Views: 0
4 Eylül Perşembe 1919, Saat: 14.00, Sivas Sultanisi.
Batıda Yunanistan, doğuda Ermenistan, Karadeniz’de Pontus Krallığı hayali İtilaf Devletlerinin düşlerini süslüyordu. Ülkenin dört bir yanı müstevliler tarafından sarılmıştı. Adana, Antep, Maraş ve Konya havalisi, Antalya ve Trakya işgal bölgesine dahil edilmiş, saltanat ve hilafet bu işgale boyun eğmişti.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Sivas Kongresinin açılış konuşmasını yaparken, kongre üyelerinden ümitvâr olmalarını şu sözlerle bekliyordu:
“Saygıdeğer Efendiler!
Vatan ve milletin kurtuluşunu hedefleyen mecburiyetler, sizleri bunca sıkıntı ve engellere rağmen Sivas’ta topladı. Kahramanca kararlılığınızı tebrik eder ve sizlere hoş geldiniz demekle mutluluğumu arz ederim.
Efendiler, milletimizin sizin gibi aydınları, millî onur ve haysiyet sahipleri, manzaranın üzücü karanlığından dolayı ümitsizliğe kapılmadı. Çünkü onlar bilirler ki, tarih bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. Çünkü onlar kuvvetli bir iman ile inanmışlardır ki, bir yalancı perdenin arkasından vatan ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur.”
Milletçe kurtuluş çaresinin ancak milletin kendi ruhundan şekillenerek doğacağı fikri kabul görünce, açık tehlikeler karşısında bulunan Doğu Anadolu illeri Erzurum Kongresi’ni düzenlemişti. Sivas Kongresi ise vatanın tamamının kurtuluşunu amaç edinerek Kongre Heyetini Sivas Sultanisinde; yani Kongre Binası çatısı altında bir araya getirecekti.
Manda ve himaye nasıl reddedildi?
Heyeti Umumiye Sivas Sultânîsi’nde çalışmalarına başladı. Bir hafta boyunca Gazi Paşa başkanlığında kurtuluşun tayini için çalışmalar yürütülen kongrede, 8 – 9 Eylül 1919 tarihlerine damgasını vuran tartışma ise mandaterlik meselesi olacaktı.
Bu tartışma gazetelerde de yer buluyor; kongre toplanana kadar İstiklal, Vakit, İleri gibi gazeteler Amerikan mandaterliğini; Peyam, Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul gazeteleri İngiltere mandaterliğini; İkdam, Tasvir-i Efkar, ve Zaman gazeteleri tam bağımsızlığı savunuyordu. Zaman gazetesinde Vatan Mefhumu adlı başyazısında Yahya Kemal şu sözlerle manda yanlıları ile alay edecekti:
“Bu şehre girmek için Fatih’in her topuna doksan manda koşmuştuk. Şimdi koca saltanatı bir mandaya değişeceğiz…”
Anadolu’daki aydın ve idareciler ile Türk halkının tamamına yakını bağımsızlık düşüncesiyle hareket ederken, İstanbul’daki aydınların mandaterlik üzerine yayın yapmaları kongreyi de bu yönde etkileyecekti.
Peki, aydınlar nasıl bir manda yönetimi istiyordu? Manda meselesiyle ilgili İsmail Hami Bey’e hazırlanması görevi verilen muhtırada mandaterliğin sınırları şu şekilde çiziliyordu:
- “Bir manda komisyonu teşkili
- Mandada milliyet esasının kabulü
- Devletin tarafsızlığının temini
- Rum ve Ermeni asıllı Amerikalılara Türkiye’de vazife verilmemesi
- Devletin haricen temsil hakkının bekası
- Türkiye’nin Cemiyet-i Akvam’a girmesinin sebeplerinin hazırlanması”
Aydınların istediği hususlar, herhangi bir mandater devlet tarafından kabulü mümkün görünmeyen maddeler içeriyordu. Yani mandaterlik tartışması da tam bağımsızlığı ciddi oranda tehdit eden bir mahiyet içermiyor, özellikle Halide Edip tarafından Gazi Paşa da bu maddelerle ikna edilerek, herhangi bir ülkenin garantörlüğü ile yumuşak geçiş sağlanmaya çalışılıyordu.
Rauf Bey Amerikan Senatosu’na bir mektup yazılmasını teklif etmiş, kongre bu teklifi kabul etmişti. Ancak yine de tutanaklara da yansıyan manda tartışmaları, Mustafa Kemal’in de konuşmaları kesmemesi nedeniyle oldukça uzamıştı. Tarihler 9 Eylül’ü gösterecek; İstanbul’dan gelen Tıbbiyeli Hikmet Bey manda tartışmalarının arasında ayağa kalkarak, yüksek sesle ve Mustafa Kemal’e hitaben şu ifadeleri dile getirecekti:
“Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya İstiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle ret ve takbih ederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz.”
Tıbbiyeli Hikmet Bey, okullarını karargah olarak kullanan İngiliz müstevli subaylarına karşı Mustafa Kemal’in önderliğini yaptığı direnişe selam göndermek için 14 Mart’ta Tıbbiye-i Şahane’nin iki kulesinin arasına dev bir Türk bayrağı asacak kadar cesur bir gençti.
Hikmet Bey’in bu çıkışı karşısında hararetli tartışmalarla ısınan kongre salonu buz kesti. Sivas Sultanisinin yüksek duvarları, Mustafa Kemal’in sessizliği delen sözleriyle yankılandı:
“Arkadaşlar, gençliğe bakın! Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: ‘Ya İstiklal, ya ölüm’!”
İngiliz kuvvetlerine karşı bayrak asarak 14 Mart’ın her yıl tıp bayramı olarak kutlanılmasına neden olan tıbbiyeli genç, Sivas kongresinin en hayati kararlarından birinin alınmasına vesile olmuş ve böylelikle manda ve himaye tartışmaları kongre nezdinde sona ermişti.
Amerikan mandaterliği ile işgal sürecinin atlatılmasını teklif eden yirmi beş delegenin hazırladığı muhtıra sert muhalefetle karşılaşmış ve kongrede ret görmüştü. Muhalefet edenler milletin, kendi kendisini idare edebilecek duruma gelinceye kadar, Milletler Cemiyeti gözetiminde başka bir devlet tarafından yönetilmesi meselesini kat’i bir dille reddediyor, bu durumu düşmana ülkenin elleriyle teslim etmesi olarak görüyordu.
Kongrede söz alanlardan anladığımız üzere, tutanaklara göre Vasıf Bey, İsmail Hami, Bekir Sami Bey, İsmail Fazıl Paşa ve Refet Bele toplantıda mandaterliği savunan isimlerdi. Tam bağımsızlığın mümkün olabileceğine inanmıyorlardı. Ülkenin topyekûn düşman elinde parçalanmasının yerine, bir devletin manda ve himayesinde kalmasını ehven-i şer olarak sayıyorlardı.
Peki mandaterlik meselesi Mustafa Kemal için Kongre’de kapanmış mıydı?
Mevcut durum iç karartıcıydı ve kongrede yüksek sesle manda üzerine olumlu cümleler kurmak topyekûn bir kurtuluş umudunu örseleyebilirdi. Fakat ülkenin önde gelen aydınları, özellikle Amerikan mandaterliği meselesinin üzerinde ciddiyetle duruyorlardı.
Hatay’ın Türkiye’ye ilhakında önemli bir rol üstlenen Hatay Devlet Başkanı ve eski milletvekili Tayfur Sökmen, Mustafa Kemal ile Harbord’un görüşmesini şu cümlelerle anlatacaktı:
“1919 senesinin yazı… Mustafa Kemal, memleketin düşman tarafından işgal edilmiş kısımlarını kurtarmak için vatanın her bucağından davet ettiği delegelerin katılımıyla Erzurum ve Sivas kongrelerini yapıp, Misak-i Milli sınırlarını çizmiş, diğer işlere geçmiş.
Bu sırada milli hareketin mahiyetini incelemek üzere Türkiye’ye gelmiş olan Amerikalı General Harbord, Sivas’a gelerek Mustafa Kemal ile bir görüşme gerçekleştiriyor. Mektepler tatil olduğundan Mustafa Kemal o sene Rauf Orbay’la birlikte İdadi Mektebinde ikamet ediyor, Mustafa Kemal de generali bu mektepte kabul ediyor.
General Atatürk’e “Ne yapmak istiyorsunuz” diye soruyor. Atatürk şu cevabı veriyor:
“İstediğimiz, memleketi düşman işgal ve istilasından kurtardıktan sonra müstakil, medeni bir Türk devleti kurup insanca yaşamaktır.”
Bu cevap karşısında general şöyle konuşuyor:
-Bu istek hayal, yapacağınız hareket ise yararsızdır. Çünkü müttefikiniz olan Almanya, Avusturya, Bulgaristan çökmüş, teslim olmuş, memleketinizin birçok mühim yerleri İtilaf Devletleri tarafından işgale uğramış, ordunuz dağılmış, ordunuzun silah ve mühimmatlarına işgalciler tarafından el konulmuş. Böyle bir vaziyette yapmak istediğiniz hareket ne askerlik kaidelerine ve ne de herhangi bir usule uymaz. Bu tamamen yanlıştır. İnsanların intihar ettiklerini görüyor ve okuyoruz ama milletlerin intihar ettikleri vaki değildir.”
Bu sözler, Mustafa Kemal üzerinde derin bir tesir bırakıyor ve mühim karar vereceği zaman takındığı kendisine has bir tavırla söze başlayıp şöyle cevap veriyor:
-Evet! Generalin dedikleri doğrudur, müttefiklerimiz çökmüş ve teslim olmuş. Vatanımızın birçok mühim yerleri işgal ve istila edilmiş. Silah ve mühimmatlarımız gasp olunmuş. Böyle bir vaziyette yapmak istediğimiz hareket ne askerlik kaidelerine sığar, ne de herhangi bir usule uyar. Ama bütün bunlara rağmen vatanımızı kurtarıp hür ve müstakil ve medeni bir Türkiye devleti kurarak insana gibi yaşayacağız. Şayet Muvaffak olamazsak, düşmanların avuçları içinde her gün birer parça can vermektense ecdadımıza yakışır şekilde dövüşerek can vermeyi tercih ederiz.”
Amerikalı General Harbord, görüşmeye ilişkin hazırladığı raporunda “Milli Müdaafa Partisi” olarak tanımladığı Türkiye’deki direniş hareketinin amacını şu cümlelerle kayıt altına alıyordu:
“Başkanı Mustafa Kemal’in de belirttiği üzere Milli Müdaafa Partisi’nin amacı, tercihen Amerika olmak üzere, gerekirse “menfaat düşünmeyen” tek bir manda altında sınırları doğru bir şekilde muhafaza etmektir.”
General Harbord da raporunda Mustafa Kemal’in anladığı “manda ve yardımın” ekonomik boyutta olduğunu belirtiyor, Türklerin himayeye alınması durumunda hiçbir şekilde hakimiyetlerine dokundurmayacaklarını kaydediyordu.
Kimi telgraf ve yabancı kayıtlar Mustafa Kemal’in manda ihtimalini değerlendirmiş olabileceğine işaret etse de, her olasılığı hesaba katmasını iyi bilen bir askeri zekanın aldığı netice de hesaba katıldığında Mustafa Kemal’in manda ve himayeden yana olmadığı açıkça görülebiliyor.
Yine Mustafa Kemal, General Harbord ile görüşerek stratejik hareket etmiş ve pek çok kazanım elde etmişti. Mandaterlik isteyen yol arkadaşlarının baskısını bu şekilde ekarte etmiş ve daha sonradan Sovyetlerden elde edeceği ekonomik yardımı Amerika’dan talep etmiş, İtilaf Devletlerinin dikkatini üzerine çekmişti.
Erzurum kararları yurt genelinde uygulandı
Dikkatlerini üzerine topladığı diğer bir grup ise İstanbul hükümetiydi. Gazi Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nden sonra alınacak kararların meşruiyetinin sağlanabilmesi için tüm illerden gelecek delegelerin katılacağı Sivas Kongresi’nin düzenlenmesini çok önemsiyordu. Ancak saltanat, devletin yetkilileri aracılığıyla baskı kuruyor ve Erzurum Kongresi’nden sonra yeni bir hamlenin gelmesine imkan vermek istemiyordu.
İşgal kuvvetlerinin esaret boyunduruğuna girmemek amacıyla millî vicdanın azim ve irâdesinden doğmuş yegane teşkilatlar olan milli cemiyetler Anadolu’nun dört bir yanında vatanı savunmak için ayağa kalkmıştı.
Gazi Paşa, yurt genelindeki tüm milli cemiyetleri bir araya getirmek ve bu şekilde salahiyetlerini güçlendirmek istiyordu. Erzurum Kongresi’nde Doğu illerini ilgilendiren kararların düzenlenerek yurt genelinde kabul edilmesini hedefliyordu. Heyet tarafından bu isteği kabul gördü ve Müdâfaa-i Hukuk cemiyetleri birleştirilerek Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş oldu.
Sivas Kongresi’nin arka planı: İstihbarat savaşları
Mustafa Kemal Paşa tarafından Temsil Kurulu adına yayın yapmak için kurdurulan ilk Millî Mücadele gazetesi olan İrade-i Milliye, 14 Eylül 1919 yılında Sivas Kongresi’nde alınan kararla çıkarılacak ve Devlet-i Osmaniye ile Heyet-i Umumiye arasındaki istihbarat savaşında en önemli unsur haline gelecekti.
Tüm bunların yanı sıra, Sivas Lisesi’nin çalışkan öğrencilerinden biri olarak bilinen yirmi iki yaşındaki Demircizade Selahattin’e kurdurulan İrade-i Milliye, milli mücadele yıllarında Türk halkını örgütlemek, kamuoyu oluşturmak, Türk ve dünya kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacını da üstlenmişti.
Gazetesini ilk sayıda, yayın hayatından 10 gün önce toplanan Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal’in kongreyi açış nutku ile Padişah’a, Sadrazam’a ve İtilaf devletlerine çekilen ariza ve muhtıralara yer verilse de, sonraki sayılar pek çok gizli belgeyi ihtiva edecekti.
Sivas’ta toplanan delegelerin yalnızca bir fikir kulübü gibi hareket etmediği, heyet tarafından Ali Fuat Paşa’nın Garbî Anadolu Umum Kuvâ-yi Milliye kumandanlığına tayin etmesiyle anlaşılacaktı. Kongre çalışmalarını sürdürürken Devlet-i Osmaniye boş durmuyor, Damat Ferit Paşa hükümeti Mustafa Kemal’i engelleyebilmek için elinden geleni yapıyordu.
Elazığ Valisi Ali Galip’i Sivas’a gönderen Damat Ferit, bölgesinden topladığı kuvvetlerle Sivas’a yürümüşse de, bu sorun Mustafa Kemal’in kıvrak zekası ile güç kullanmadan çözülecekti. Zira Damat Ferit ile Ali Galip arasındaki yazışmaları ele geçiren Gazi Paşa, bu yazışmaları hem Kongre ile paylaşacak hem de sonrasında İrade-i Milliye aracılığıyla tüm yurda duyuracaktı.
Bu mahiyetiyle arka planında tam bir istihbarat savaşına sahne olan Sivas Kongresi, Mustafa Kemal’in bu savaştan galip çıkmasıyla tamamlanabilecekti. Ve bu savaş henüz kongre toplanmadan başlamıştı.
Kongre’den önce Mustafa Kemal, Sivas Valisi Reşid’den izin istemiş, ancak Reşid Bey Mustafa Kemal’in Sivas’a gelmesi durumunda kentin işgal edileceği konusunda istihbaratı olduğunu belirtmişti. Mustafa Kemal Reşid Bey’i ikna ederek, aralarındaki telgraflaşmaların ardından 2 Eylül 1919’da Sivas’a ayak basacaktı.
Ancak Vali Reşid Bey’in milli mücadelenin en önemli adımlarından olan Sivas Kongresi’nin toplanması için attığı bu adım Devleti Osmaniye’nin hiç hoşuna gitmeyecek, Reşid Bey derhal görevden alınacaktı. Sivas Vilayeti Müftüsü Abdurrauf, Belediye Reisi Abdullah Beyler ve ulemadan, tüccardan önemli isimler, Devlet-i Osmaniye’ye telgraf çekerek Reşid Bey’in görevden alınmasına tepki göstereceklerdi.
Yine Başmüdür Vekili Tevfik, kongrenin 6. gününde Devlet-i Osmaniye’ye çektiği telgrafta “muhabereye müsaade olunmayacağı” yönünde garanti verse de, Heyet-i Umumiye’nin haberleşmesine engel olamadığı gibi, bu yazışmaların da Mustafa Kemal’in eline geçmesini de engelleyemeyecekti.
Kongre 11 Eylül 1919’da sonuç bildirgesinin yayımlanmasıyla kapandı ancak Mustafa Kemal, Damat Ferit’in Elazığ Valisi Ali Galip’in himayesine 200 Kürt alarak Kongreyi basması yönünde gönderdiği emirleri İrade-i Milliye’ye göndermişti.
Mustafa Kemal’in kongre için toplanmasına izin veren ve bu nedenle görevden alınan Sivas’ın muhreç valisi Reşid Bey’in, Dahiliye Nazırı Adil Bey’e atfen yazdığı yazısında şu ifadeler yer bulacaktı:
“Şahsınız ve Vali Galip Bey arasında karşılıklı gönderilen telgraflar kongre heyetince elde edilmekle beraber aynen vilayet makamına gönderildi. Verdiğiniz emir, Galip Bey’in deruhte ettiği vazife doğrusu şaşırmama neden oldu. Bir taraftan bendenizin görevden alınmasının aslı olmadığını tebliğ ediyor, diğer taraftan da Müslümanları birbirine kırdırmak için cinayet tertibinde bulunuyorsunuz.”
Mustafa Kemal, Reşid Beyi de kongreye dahil ediyor ve Dahiliye Nazırı Adil Beye gönderdiği telgrafı gazeteden yayımlatarak istihbarat savaşlarının altın vuruşunu yapıyordu:
Milleti padişahına ma’rûzâtta bulunmaktan menediyorsunuz. Alçaklar, cânîler, hainler! Düşmanlarla millet aleyhinde tertibat-ı hainânede bulunuyorsunuz. Milletin kudret ve iradesini takdirden âciz olduğunuza şüphe etmiyorum. Fakat vatan ve millete karşı hainâne ve mezbuhâne harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın!..
Galip Bey ve hempâları gibi bülehânın ahmakça olan mevhûm vaadlerine kapılarak ve Mr. Novil gibi milletimiz ve vatanımız için muzır olan ecnebilere vicdanınızı satarak irtikâp ettiğiniz denaetlerin milletçe tatbik olunacak mes’uliyetini nazar-ı dikkatte tutunuz! Güvendiğiniz eşhas ile merkumun âkibetini öğrendiğiniz zaman kendi âkibetinizle mukayeseyi de unutmayınız.
1922 sonuna kadar çıkmaya devam eden İrade-i Milliye gazetesi, şahsi kavgaların sözcüsü olmaya başladığında gözden düşecek, Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye gazetesi aracılığıyla tüm yurtta kurtuluş örgütlenmeye devam edecekti.
Ancak şu bir gerçek ki, Sivas Kongresi’ndeki stratejik hamleler ve istihbarat savaşları ile Damat Ferit hükümetinin düşürülmesine neden olunacaktı. Yeni seçimlere gidilerek “Misak-ı Millî” kararının alınması sağlanacak ve böylelikle Meclis-i Mebusan açılacak, Cumhuriyet tarihinin en önemli adımlarından biri atılacaktı.
Bir lider biliyor, bir halk inanıyor ve İrade-i Milliye gazetesi tüm yurttaşlara şu cümleyle sesleniyordu:
“Bir millet, icraatına tahammül etmiş olduğu bir hükümetin mes’üliyetine iştirak etmiş demektir!”