AB’nin Suriye’deki çözümü ‘çözümsüzlük’

19
reklam alani

Views: 0

AB‘nin, Türkiye’nin güney sınırında oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek, bölgeye barış ve huzuru getirmek amacıyla başlattığı Barış Pınarı Harekatı‘na ilişkin tutumu da birliğin Suriye politikasına ışık tutuyor.

Suriye krizinde “aktif ve insani” bir rol oynadığını iddia eden AB’nin bölgede çözümü destekleyecek girişimlere karşı çıkarak aslında çözümsüzlüğü körüklediği dikkati çekiyor.

 

Odak noktası göç oldu

AB açısından değerlendirildiğinde, sivil kayıpların yüzbinlere ulaştığı Suriye savaşının en büyük etkisi mülteciler oldu.

Suriye savaşıyla birlikte, 2015 yılında Avrupa’ya yönelik göç akının artmasıyla kıtada oluşan kriz karşısında AB adeta çıkmaza girdi.

AB ile Türkiye arasında 2016’da imzalanan göçmen mutabakatı, Ege’de düzensiz göçü yüzde 96 oranında azaltırken, üye ülkeler topraklarına ya da kıyılarına ulaşan ve yüzlü rakamlarla ifade edilebilinecek mültecilerle baş edemedi.

AB Komisyonu’nun mültecileri üye ülkeler arasında paylaştırmayı öngören zorunlu kota sistemi büyük başarısızlık olarak kayda geçerken, birliğin Suriye’deki insani dram karşısındaki tutumu mültecileri her ne pahasına olursa olsun “durdurmak” oldu.

Bu çerçevede Mısır ve Libya gibi ülkelerle tartışmalı anlaşmalara imza atan AB, sınırlarını kapattı ve mültecileri durduracak bir sınır gücüne de yatırım yapmaya başladı.

AB ne istemiyor?

AB’nin Suriye politikasındaki çıkmazı, Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’yla huzuru tesis etme ve güvenli bölge yoluyla ev sahipliği yaptığı 4 milyon Suriyeli mültecinin bir kısmını buraya gönderme planına karşı çıkmasıyla bir kez daha gün yüzüne çıktı.

Türkiye’ye “güvenli bölgenin masraflarını karşılamayacağı” ve mültecilerin bu bölgeye yerleştirilmesine karşı çıkacağı mesajını aktaran AB, diğer taraftan 2016 göçmen mutabakatı çerçevesinde Türkiye’ye verdiği sözleri de yerine getirmedi.

Türkiye’de bulunan Suriyelilerin ihtiyaçlarına yönelik proje bazlı olarak taahhüt ettiği 6 milyar avronun tümünü aktarmayan AB, mutabakat kapsamında vadettiği katılım müzakerelerinde yeni fasılların açılması, vize serbestisi ve gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi gibi konuları da rafa kaldırdı.

Sık sık Türkiye’ye 4 milyon mülteciye ev sahipliği yaptığı için “teşekkür” eden AB, mutabakata olan bağlılığını da güçlü bir şekilde yinelemeye devam etti.

Mutabakatın taahhütlerini yerine getirmeyen ancak bağlılığını sürdürdüğünü iddia eden AB, bu çerçevede Türkiye’nin mültecileri Avrupa’ya göndermesini engellemek istiyor.

Güvenli bölgeye karşı çıkan AB’nin, yükü hafifletmek ve çözüm bulmak için Türkiye’ye alternatif bir politika önermemesi de dikkati çekiyor.

DEAŞ korkusu

AB üyeleri için Suriye savaşının önemli yansımalarından biri de ülkelerinden terör örgütü DEAŞ’a katılmak için giden “yabancı savaşçılar” oldu.

İngiltere merkezli Kings College’ın yaptığı bir çalışma, 2013-2018’de yaklaşık 41 bin yabancının DEAŞ saflarına katıldığını gösteriyor. Bunlardan yaklaşık 13 bininin ise Doğu ve Batı Avrupa kökenli olduğu ifade ediliyor.

DEAŞ’ın yenilgisinin ardından teröristlerin vatandaşları oldukları ülkelere dönmelerini istemeyen Avrupalı ülkeler, söz konusu kişilerin bulundukları ülkelerde yargılanmasını istiyor.

Diğer taraftan Avrupalı ülkelerin bire bir terör ya da şiddette bulaşmamış eşler ve çocukları da almamak için yoğun çaba sarfettiği görülüyor.

AB ne yapıyor?

AB Suriye stratejisini, “Siyasi süreçle savaşı sonlandırmak, kapsayıcı bir geçiş süreci sağlamak, insani yardım yoluyla hayat kurtarmak, demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğünü teşvik etmek, savaş suçlularını sorumlu tutmak ve Suriye halkının direncini desteklemek” olarak tanımlıyor.

Brüksel’de “donör konferansları” düzenleyen, sivil toplum örgütleriyle irtibata geçen ve insani yardımda bulunan AB’nin Suriye’de somut olarak çözüm arayan Astana ya da Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü süreçlerde de aktif bir rolü bulunmuyor.

AB’nin böylelikle Suriye’de çözümü mülteci almadan, taahhütlerini yerine getirmeden, vatandaşları olan teröristlerin yükünü taşımadan ve çok istediği siyasi sürece önemli katkı sağlamadan elde etmeye çalıştığı görülüyor.

Paylaş