Views: 0
TBMM Genel Kurulu, Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un başkanlığında toplandı.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 27. Dönem Üçüncü Yasama Yılı‘nın açılışı dolayısıyla sunuş konuşması yaptı.
Konuşmasına Şentop, yeni yasama yılında, Meclis tarafından alınacak kararların, çıkartılacak kanunların ve gösterilecek gayretin başta Meclis olmak üzere, millet ve devlet için hayırlar getirmesini temenni ederek başladı.
Şentop, bugün çatısı altında toplanmaktan müftehir oldukları TBMM’nin, 100 yıl önce istila ve ilhak tehdidi karşısında istiklal iradesinin mücessem hali olarak ortaya çıkan Milli Mücadelenin karargahı olduğunu ve zaferden sonra kurulan yeni devletin kurucu temellerini inşa ederek, hayati tarihi bir görev üstlendiğini anımsattı.
Bu nedenle bulundukları çatı altında gerçekleşen her oturum, her yasama faaliyetinin, Milli Mücadele ruhunda manasını bulan istiklal iradelerinin bir faslını teşkil ettiğine dikkati çeken Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Açılışını yaptığımız bu yasama yılını diğerlerinden farklı kılan çok ayrıcalıklı bir husus da var. Zira bu yasama yılı içerisinde, 23 Nisan 2020’de, TBMM’nin kuruluşunun 100. yıl dönümünü kutlayacağız. Bu yüzden, milletimizin istiklal uğruna gösterdiği azim ve kararlılığın 100. yıl dönümünü memleketin dört bir yanında olduğu gibi bu çatı altında idrak edenlerin ayrıca bahtlı olduklarını düşünüyorum.
Elbette böylesi anlamlı bir yıl dönümünde bu çatı altında olmanın ayrı bir manası var. Bu durum bazı sorumlulukları da hepimize yüklemektedir. Her ne kadar kimi zaman sert ve bazen de haksız eleştirilere maruz kalsalar da milletvekillerimiz, yoğun bir tempoyla ve zor şartlar altında çalışmaktadır. Bu çalışma temposunun daha da artacağına; daha uyumlu ve gayretli bir yasama yılı geçireceğimize, oturumların ve siyasetin 100. yılın manasına uygun olarak daha da verimli seyredeceğine kanaatim tamdır.”
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclisin 27. Dönem Üçüncü Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla TBMM Genel Kurulunda milletvekillerine hitap etti.
“Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum.” diyerek sözlerine başlayan Erdoğan, Büyük Millet Meclisinin açılışından bugüne kadar, bu çatı altında milli iradenin üstünlüğü inancıyla ülkeye hizmet eden tüm milletvekillerini saygıyla andığını söyledi.
Halen hayatta olan milletvekillerine sağlık ve afiyet, vefat edenlere Allah’tan rahmet dileyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İstiklal Harbimizin Başkomutanı, Meclisimizin ilk Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Cumhuriyetimizin bugünlere gelmesinde emeği geçen herkese ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.” dedi.
Malazgirt’ten Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kuruluşuna, İstanbul’un fethinden İstiklal Harbi’ne ve terörle mücadele sürecine kadar bu toprakların vatan olması ve ilelebet öyle kalması için mücadele eden, şehit veya gazi olan tüm kahramanları rahmetle, minnetle yad eden Erdoğan, “Halen tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet şiarıyla sınırlarımız içinde ve dışında canları pahasına mücadele eden güvenlik güçlerimizin her birini Rabbim muhafaza buyursun diyorum. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Katar’da, Somali’de, Lübnan’da, Balkanlarda ve daha pek çok yerde bayrağımızı gururla dalgalandıran güvenlik güçlerimize Mevla’dan başarılar diliyorum.” diye konuştu.
Türkiye’nin yumuşak gücü olarak dünyanın hemen her köşesinde, son derece zor şartlar altında, insani yardım ve kalkınma faaliyeti yürüten sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerine de muvaffakiyetler temenni eden Erdoğan, şöyle devam etti:
“Bu yıl, İstiklal Harbimizin başlamasının 100’üncü yıl dönümü. Bir asır önce Samsun’dan başlayıp Amasya, Erzurum, Sivas duraklarının ardından Ankara’da ilk menziline ulaşan bu kutlu yolculuk, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla yeni bir safhaya evrilmiştir. Kurtuluş Savaşımızı bizzat sevk ve idare eden Büyük Millet Meclisi, dönemin tüm zorluklarına göğüs gererek, bu mücadeleyi zaferle taçlandırmıştır. 600 yıllık bir çınarın yerine dikilen genç Türkiye Cumhuriyeti fidanı, inşallah 4 yıl sonra bir asrını geride bırakacaktır. Milletimiz, sadece bu topraklardaki bin yıllık varlığı döneminde Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olarak üç devlet kurmuştur. Cumhurbaşkanlığı forsunda sembolleri yer alan devletlerimize baktığımızda 2 bin 200 yılı aşkın bir mirasa sahip olduğumuzu görüyoruz. Dünyada böylesine derin, yaygın ve kesintisiz devlet tecrübesine sahip bir başka millet yoktur. Bu süreklilik aynı zamanda millet olarak bizim hiçbir zaman esareti kabul etmediğimizi; özgürlüğümüze, onurumuza, ideallerimize hep bağlı kaldığımızı ifade ediyor.
Türkiye’yi sınırları cetvelle çizilmiş, bağımsızlığı bahşedilmiş, müesseseleri suni olarak kurulmuş; medeniyet müktesebatı, tarihi, kültürü, hedefleri olmayan toplumlar ve devletçiklerle karıştıranlar oluyor. Ülkemizin ve milletimizin kadim geçmişini ve bugünkü gücünü anlamayanlara, bu gerçekleri her fırsatta hatırlatmanın görevimiz olduğuna inanıyorum. Bir asır önce ‘hasta adam’ diyerek adeta gömmeye hazırlandıkları bu millet, İstiklal Harbi ile kıyam etmiş ve hürriyetini tekrar kazanmıştı.”
“Önce milletim, önce memleketim”
“Son dönemde de PKK’dan DEAŞ’a ve FETÖ’ye kadar envaiçeşit terör örgütüyle dize getirmeye kalktıkları bu necip millet, bir kez daha kıyam ederek, istiklaline ve istikbaline olan bağlılığını göstermiştir.” diyen Erdoğan, bu süreçte verdiği mücadele ile TBMM’nin de ikinci defa gazilik unvanıyla şereflendiğini vurguladı.
Erdoğan, “15 Temmuz gecesi bu millete sıkılan her kurşun, atılan her bomba, bizi büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolundan vazgeçirmek bir yana, kararlılığımızı daha da perçinlemiştir. İstiklal Marşı ‘korkma’ diye başlayan bir milleti, darbeyle teslim alacaklarını sananlar, daha gün doğmadan ‘hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal’ nidasına teslim olmuşlardır. Şayet bugün geleceğimize çok daha güvenle ve cesaretle bakıyorsak, işte bu mücadelenin başarısı sayesindedir.” dedi.
Bu vesileyle herkesi, milletin yakın tarihteki en büyük demokrasi, hak ve özgürlük zaferi olan 15 Temmuz’un şanını, şerefini, anlamını koruma hususunda azami hassasiyet göstermeye davet eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Aynı şekilde, milli iradenin tecelligahı olan TBMM’nin itibarının gözetilmesini de her şeyin üzerinde tutmamız gerekiyor. Çok partili siyasi hayata geçişi sağlayarak ülkemizi demokrasiyle tanıştıran bu Meclise sahip çıkmak, milli iradeye ve hukuk devletine de sahip çıkmak demektir. Bu sebeple, milli iradenin üstünlüğü yerine küçük bir azınlığın çıkarlarını korumayı amaçlayan tüm darbelerin, cuntaların, siyaseti ve hukuku örseleyen nice ayak oyunlarının ilk hedefinde hep bu Meclis olmuştur. Hamdolsun her seferinde milli irade üstün gelmiş, Meclisimiz yeniden millet adına görev üstlenmiştir.” değerlendirmesini yaptı.
TBMM’nin, İstiklal Harbini yönetirken de 15 Temmuz’da darbecilerin karşısına cesaretle dikilirken de milletin adına tarihte eşine az rastlanır bir mücadele verdiğini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
“İnşallah gelecekte de bu kutlu çatı altında aynı mücadele kararlılıkla verilmeye devam edecektir. Siyaset yaparken de Meclis çalışmalarını yürütürken de hepimiz önce bu ülkeye ve millete karşı sorumlu olduğumuzu unutmayacağız. ‘Önce milletim, önce memleketim’ demeyen hiç kimsenin bu kutlu kurumun çatısı altında yer almaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin en büyük gücü, milletiyle ve onu temsil eden kurumlarıyla sergilediği birliktir, beraberliktir, dayanışmadır. Bu öyle bir güçtür ki ne parayla ne teknolojiyle ne de diğer imkanlarla kıyas kabul eder.
İşte bunun için her fırsatta bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız diyoruz. İşte bunun için terörle ve şiddetle arasına mesafe koyan tüm kesimleri, milli meselelerde aynı ortak paydada buluşmaya davet ediyoruz. Bu hissiyatla hareket eden herkesle ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın tüm meselelerini konuşmaya, görüşmeye, birlikte hareket etmeye hazırız. Milletimizin ve onların temsilcileri olan siz milletvekillerinin sesine hiçbir zaman kulağımızı ve yüreğimizi kapatmadık, kapatmayacağız. Yeter ki siyasi konulardaki rekabetimizi ve farklılıklarımızı, ülkemize ve milletimize karşı olan sorumluluklarımızın önüne geçirmeyelim. İnşallah önümüzdeki yasama dönemi, Meclis çatısı altında bu yönde örnek bir iş birliği sergileyeceğimiz bir devir olarak tarihe geçecektir.”
Türkiye’nin, Cumhuriyet döneminde yeniden ayağa kalkma mücadelesi verirken aynı zamanda darbeler, vesayet, geri kalmışlık, iş bilmezlik gibi nice sıkıntılarla da boğuşmak zorunda kaldığını belirten Erdoğan, “Şöyle geriye dönüp baktığımızda, demokraside, ekonomide, altyapıda, sanayide, ticarette, eğitimde, sağlıkta velhasıl her alanda uzunca bir süre milletimizin oldukça düşük hizmet standartlarına mahkum edildiğini görüyoruz.” diye konuştu.
Bu durumun en önemli nedenlerinden birinin, siyaset kurumunun kendi içindeki rekabeti ülkeye hizmetin üzerinde tutması olduğunu dile getiren Erdoğan, “Bunu gördüğümüz için yaklaşık 18 yıl önce, Türkiye’nin yönetimine talip olarak milletimizin huzuruna çıktığımızda, ilk önce siyasetin üslubunu ve tarzını değiştirmekle işe başladık. Daha da önemlisi yalnızca karşımızdaki devasa sorunları görmekle kalmayıp, asıl onun gerisindeki büyük potansiyele odaklandık.” ifadelerini kullandı.
“Biz ülkemize, milletimize, kendimize ve politikalarımıza inandık.” diyen Erdoğan, her şeyden önce TBMM’nin sorunları çözme ve Türkiye’nin önünü açma iradesinin büyüklüğüne de inandıklarını vurguladı.
Demokrasiyi, hak ve hürriyetleri tüm kesimler için genişleterek, inanç ve ifade özgürlüğünü gerçek anlamda tesis ederek güçlendirebileceklerine inandıklarını da söyleyen Erdoğan, şöyle devam etti:
“Eğitim öğretimde çocuklarımızı 70-80 kişilik sınıflardan 20-30 kişilik sınıflara indirmek suretiyle onları oralardan kurtarabileceğimize, üniversiteye girmek için yaşanan yığılmayı önleyebileceğimize inandık. Sağlıkta vatandaşlarımızı hastane kapılarında eziyet çekmekten kurtarabileceğimize, herkese insanca hizmet sağlayabileceğimize inandık. Sosyal güvenlikte ülkemizde yaşayan istisnasız herkesi kucaklayabilecek sürdürülebilir bir sistemi kurabileceğimize inandık. Kadınlardan gençlere, engellilerden yaşlılara, kimsesizlerden bakıma muhtaçlara kadar herkesin yanında olabileceğimize inandık. Ulaşımda ülkemizin her yerine kara yoluyla, hava yoluyla, demir yoluyla hızlı, konforlu ve güvenli şekilde erişilebilmesini sağlayabileceğimize inandık.
Enerjide kendi su, güneş, rüzgar, termal ve kömür kaynaklarımızı en etkin şekilde değerlendirebileceğimize inandık. Bayındırlıkta yerleşim yerlerimizin tamamını, insanlarımızın ihtiyaçlarına uygun ve modern bir şehirleşme anlayışıyla dönüştürebileceğimize inandık. Sanayimizi dünyayla rekabet edebilecek düzeye çıkartabileceğimize inandık. Savunma sanayinde ülkemizi dışa bağımlılıktan kurtarabileceğimize inandık. İhracatımızı hem çeşit hem pazar hem de rakam itibarıyla katbekat artırabileceğimize inandık. Büyümemizi, ülkemizin potansiyeline ve hedeflerine uygun seviyelere yükseltebileceğimize inandık.”
“Neyi başardıysak yüce Meclisle gerçekleştirdik”
İstihdamı, herkesin kendisini ve ailesini geçindirebileceği bir iş bulabileceği seviyeye getirebileceklerine de inandıklarını ifade eden Erdoğan, “Adaletten güvenliğe her alanda, milletimizi özlemle beklediği hizmetlere kavuşturabileceğimize inandık. Dış politikada, bayrağımızın onurunu, pasaportumuzun ve paramızın değerini, ülkemizin itibarını hak ettiği yere çıkarabileceğimize inandık. İşte bu inançla yürüttüğümüz Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerimiz döneminde ne yaptıysak, neyi başardıysak, hepsini de yüce Meclisle birlikte, sizlerle birlikte gerçekleştirdik.” diye konuştu.
Demokrasilerde iktidar kadar muhalefetin de önemli olduğuna inandıkları için bu başarıyı, hiçbir ayrım yapmadan yüce Meclisin tüm milletvekillerine ait gördüklerini belirten Erdoğan, “Demokraside, ekonomide, altyapıda Cumhuriyet tarihinin en büyük atılım hamlesinin gerçekleşmesinde, icraatıyla, teklifiyle, tenkidiyle emeği olan herkese şükranlarımı sunuyorum. Türkiye’nin uzun, meşakkatli, zaman zaman kesintili de olsa demokraside bugün geldiği yer, hepimizin ortak zaferidir.” dedi.
Erdoğan, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin hayata geçilmesiyle herkesi çok daha aydınlık bir geleceğin beklediğini vurgulayarak, “Meclisimizin gayreti, milletimizin takdiriyle hayata geçen yeni yönetim sistemimiz, artık sorunlarımızı herhangi bir müdahaleye meydan vermeden, demokrasinin imkanlarıyla çözebileceğimizin en büyük ispatıdır. Bir yılını geride bıraktığımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni, sürekli güncelleyerek, sürekli geliştirerek bizden sonraki nesillere en büyük mirasımız olarak bırakacağımıza inanıyorum.” ifadelerini kullandı.
“Tarih ve medeniyet birikiminin yüklediği sorumluluk…”
Kadim bir medeniyet ve tarih birikiminin varisi olmanın, Türkiye’ye büyük itibar kazandırma yanında, ağır sorumluluklar da yüklediğine dikkati çeken Erdoğan, şunları söyledi:
“Bugün bölgemizde ve dünyada, kalbiyle ve gözüyle bizi takip eden yüz milyonlarca insan bulunuyor. Türkiye, yalnızca komşularının değil, onlarla birlikte bugün bize uzak gibi gözükse de aslında aynı tarih ve medeniyet dairesinde birlikte olduğumuz tüm kardeşlerinin ve dostlarının meseleleriyle ilgilenmek zorundadır. Suriye’ye sırtımızı dönemeyeceğimiz gibi Filistin’e, Libya’ya, Pakistan’a, Afganistan’a, Arakan’a, Türkistan’a da sırtımızı dönemeyiz. Irak’ı, İran’ı görmezden gelemeyeceğimiz gibi, Azerbaycan’dan Kazakistan’a, Özbekistan’dan Türkmenistan’a, Kırgızistan’dan Kırım’a kadar Asya coğrafyasının hiçbir köşesine bigane kalamayız.
Kıbrıs’taki, Yunanistan’daki, Bulgaristan’daki soydaşlarımızın haklarını korumak nasıl vazifemiz ise tüm Balkan ve Avrupa coğrafyasına da aynı gözle bakmakla mükellefiz. Akdeniz’in, Ege’nin, Karadeniz’in her karışındaki gelişme bizi doğrudan ilgilendirir. Avrupa’dan Kafkaslara, Orta Asya’dan Güney Asya’ya kadar her yerde bu anlayışla varlık gösteriyoruz. Türkiye olarak bu geniş coğrafyada, sadece yaşatmak, yardımcı olmak ve imkan varsa birlikte kazanmak için çalışırız, mücadele ederiz.”
“İnsani duruşumuzdan asla vazgeçmedik”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin sınırları dışındaki hiçbir faaliyetinin işgal, ilhak, istismar amaçlı olmadığının altını çizerek, şunları kaydetti:
“Kendi güvenliğimiz, huzurumuz ve refahımız adına neyin peşindeysek, yakındaki ve uzaktaki tüm dostlarımız için de aynı mücadeleyi veriyoruz. Birileri sınırlarından binlerce kilometre öteye kaynakları sömürmek, bu uğurda gerekirse terör örgütlerini, canileri, diktatörleri desteklemek için gidiyor olabilir. Biz ise çevremize sadece yaşatmak, yardım etmek ve imkan varsa birlikte kazanmak anlayışıyla bakıyoruz. İnsan merkezli bu anlayışın elbette bir bedeli var. Ne bedel ödersek ödeyelim, Türk milletini diğerlerinden ayıran bu insani duruşumuzdan hiçbir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.”
“Sınamaların farkındayız”
Türkiye’de çeşitli ülkelerden gelen yaklaşık 5 milyon yabancının bulunduğunu ifade eden Erdoğan, “Esasen Anadolu nüfusunun kahir ekseriyeti, son 150 yıldır neredeyse kesintisiz bir şekilde canını ve geleceğini kurtarmak için bu topraklara akın etmiş insanlardan meydana geliyor.” diye konuştu.
Bu yönelişin yakın tarihte de devam ettiğine dikkati çeken Erdoğan, 30 yıl önce Bulgaristan’dan yüzbinlerce soydaşın Türkiye sınırlarına dayandığını, o dönemde kapıları kapatıp, onları zulmün pençesine terk etmenin akıldan bile geçmediğini kaydetti.
Bulgaristan’dan gelen soydaşların ardından Türkiye’ye yönelen göç hareketlerini hatırlatan Erdoğan, “Irak’taki yüzbinlerce Kürt kardeşimiz, üzerlerine yağan bombalardan kaçmak için ülkemize sığındığında yine sınırları kapatmayı asla düşünmedik. Orta Asya’dan, Türkistan’dan, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan, Kuzey Afrika’dan gelen soydaşlarımızı, dostlarımızı daima bağrımıza bastık. Son olarak Suriyeli kardeşlerimiz rejimin ve terör örgütlerinin baskısı altında ezildiğinde, yine gönlümüzün ve sınırlarımızın kapılarını açtık.” dedi.
Suriye krizi uzadığı için halen Türkiye sınırları içinde yaşayan 3 milyon 650 bin misafirin yol açtığı ekonomik, sosyal ve kültürel sınamaların farkında olduklarını dile getiren Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Türkiye’den başka böyle bir yükü omuzlayabilecek ve bu kadar uzun süre yönetebilecek bir başka ülke olmadığını da biliyoruz. Bununla birlikte, milyonlarca sığınmacıyı ilanihaye kendi topraklarımızda misafir etmeye devam etmek gibi bir düşüncemiz de yoktur. Yaklaşık 8 yıldır ülkemizde misafir ettiğimiz bu insanların evleri, yurtları, vatanları zaten vardır. Bize düşen, sığınmacıların bir an önce kendi ülkelerinde hayatlarını sürdürebilecekleri güvenli bir iklimi oluşturmaktır.”
Erdoğan, Türkiye’deki sığınmacıların güvenli bölgelere yerleştirilmesi için uluslararası topluma çok sayıda çağrıda bulunduklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Antalya’da dört yıl önce yapılan G-20 zirvesinde, toplantıya katılan liderlere Suriye’de güvenli bölge oluşturmayı ve sığınmacıları kendi topraklarında iskan etmeyi teklif ettiğini, söze gelince herkesin bu projeyi memnuniyetle karşıladığını ancak hiçbir ülkenin atılacak somut adımlar konusunda elini taşın altına koymadığını vurguladı.
Türkiye’ye dönük Suriye kaynaklı terör tehdidinin artık tahammül edilemez boyutlara ulaştığının altını çizen Erdoğan, şöyle devam etti:
“Bu durum bizi, Suriye topraklarını gerek ülkemiz gerekse mülteciler için güvenli hale getirme işini bizzat gerçekleştirmeye mecbur bıraktı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarını bu anlayışla hayata geçirdik. İdlib’te, Rusya ve İran’la birlikte yürüttüğümüz Astana Süreci ile büyük bir insani dramın yaşanmasının önüne geçtik. Kolay değil, 4 milyon nüfusu olan bir şehir. Burada zulme uğrayan insanlara verdiğimiz destek çok insani ve tarihi bir durumdur.”
Ağırlıklı olarak Cerablus olmak üzere şimdiye kadar, güvenli hale getirilen yerlere geri dönen Suriyeli sığınmacı sayısının 360 bini bulduğunu açıklayan Erdoğan, yaklaşık 4 milyon kişinin yaşadığı İdlib’teki kırılgan durumu kontrol etmek için de tüm taraflarla yakın iş birliği içinde çalıştıklarını belirtti.
Erdoğan, Fırat’ın doğusundaki bölgeyle ilgili uzun ve zahmetli bir süreç yaşadıklarını, bugünkü noktaya tüm bu gelişmelerin sonunda geldiklerini ifade etti.
“Kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır”
Türkiye’nin, Suriye’nin toprak bütünlüğünden, Suriye halkının siyasi ve idari birliğinden yana olduğunu söyleyen Erdoğan, “Suriye’deki mevcudiyetimizin tek sebebi, sınırlarımıza yönelik terör tehditlerinin, aynı zamanda ülkemizdeki Suriyelilerin geri dönüşlerini de engelleyen bir bariyer haline dönüşmüş olmasıdır. Biz asla savaştan, çatışmadan, kan dökülmesinden, ölümden, acı çekilmesinden yana değiliz. Tam tersine, hem kendimiz hem de Arap’ıyla, Kürt’üyle, Türkmen’iyle, Süryani’siyle, Ezidi’siyle, Hristiyan’ıyla tüm Suriye halkı için güvenli, huzurlu, müreffeh bir gelecek istiyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.
“Buna karşılık birileri, terör ve sığınmacı yükünü ülkemizin omuzlarına yükleyerek, adeta bize diz çöktürmeye çalışıyor.” diyen Erdoğan, şöyle konuştu:
“Soruyorum sizlere. Türkiye böyle bir dayatmayı, böyle bir şantajı, böyle alçakça bir oyunu kabul edecek kadar aciz bir ülke midir? Türkiye, birtakım nevzuhur devletlere yapıldığı gibi masa başında yazılan senaryoların figüranlığını yapacak kadar köksüz bir ülke midir? Türkiye, ecdadından tevarüs ettiği tüm değerleri bir çırpıda kenara atacak, geleceğini başkalarının eline teslim edecek kadar sahipsiz bir ülke midir? Şayet böyle olduğunu düşünenler varsa, hiç kusura bakmasın, milletimizi de bizi de tanımıyor demektir. Açık ve net söylüyorum; biz bu dayatmaya, bu senaryoya rıza göstermeyiz. Millet olarak gerekirse ser veririz ama istiklalimizden ve onurumuzdan kesinlikle taviz vermeyiz.
Suriye konusunda karşı karşıya bulunulan durum tam da budur. Türkiye’yi, terör örgütünün tasfiyesi ve Suriye topraklarının sığınmacılar için güvenli hale getirilmesi konusunda yıllardır oyalayanların bizzat yüzlerine, artık bu oyunun sonunun geldiğini defaatle söyledik. Sınırlarımızın bitişiğindeki sıkıntıyı müttefiklerimizle birlikte çözmek için her yolu denedik, ziyadesiyle sabırlı davrandık, kararlılığımızı da sürekli ifade ettik. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bu konudaki kararlılığımızın somut birer tezahürüdür. Maalesef, özellikle Fırat’ın doğusunda bu yöntemle arzu ettiğimiz neticelerin hemen hiçbirine ulaşamadık. Türkiye’nin artık bu konuda kaybedecek tek bir günü dahi yoktur. Geldiğimiz noktada, kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır.”
Münbiç dahil, Fırat’tan Irak sınırına kadar oluşturulacak 30 kilometre derinliğindeki güvenli bölgede bir milyonu yeni yerleşim yerlerinde, bir milyonu mevcut yerlerde olmak üzere, iki milyon kişiyi iskan etmeyi planladıklarını belirten Erdoğan, “Planlarımız hazır. Proje çalışmalarımız hazır. Bunları, devlet başkanlarıyla, başbakanlarla, hepsiyle BM Genel Kurulundaki ikili görüşmelerde paylaştık.” diye konuştu.
Uluslararası toplumun desteğiyle inşa edecekleri 5 bin nüfuslu 140 köye ve 30 bin nüfuslu 50 ilçeye bir milyon kişi yerleştireceklerini anlatan Erdoğan, kurulacak köyler ve ilçelerle ilgili ön çalışmaları yaptıklarını, yerleri tespit ettiklerini ve maliyetleri çıkardıklarını söyledi.
Diğer bölgelerde de iyileştirme çalışmaları yürüteceklerini kaydeden Erdoğan, “Bölgeyi terör örgütünün işgalinden kurtarır kurtarmaz, inşallah, uluslararası toplumdan alacağımız destekle derhal işe başlayacağız. Bu bakımdan bir Uluslararası Donörler Toplantısı yapmak suretiyle bu adımı da atacağız. Hem ülkemizin bekası hem terör örgütleriyle mücadelemizin başarısı hem de Suriyeli misafirlerimizi evlerine huzuru kalple geri döndürmek için bu adımı atmak mecburiyetindeyiz.” ifadelerini kullandı.
“S-400 sistemini satın alma yoluna giderek kendi çözümlerimizi ürettik”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tabii bu arada, daha 4-5 yıl önce sınırlarımızdan içeriye bombalar, roketler yağarken bize hava savunma sistemi satışının reddedildiğini de unutmadık. Tehditlerin önüne geçmek için S-400 sistemini satın alma yoluna giderek kendi çözümlerimizi ürettik. NATO’nun bizim bu beyanımızı destekler mahiyetteki açıklamalarına rağmen bu konu bahane edilerek ülkemize karşı gösterilen düşmanca tavrın rasyonel bir açıklaması yoktur. Tüm bu tecrübeler bize, atmakta olduğumuz adımın ardından karşı karşıya kalacağımız fotoğrafla ilgili bir fikir veriyor.
Türkiye, kendi güvenliğini ve kardeşlerinin geleceğini, bölgede hesabı olan güçlerin keyfine terk edecek değildir. Birlikte çalışma imkanlarını sonuna kadar zorlarız ama bu mümkün değilse de kendi yolumuzu açarız, nitekim şu anda açmaya da başladık. Hiç şüphesiz işimiz kolay olmayacak. Ama Allah’ın yardımı, milletimizin desteği, mazlumların duası, güvenlik güçlerimizin kahramanlığı sayesinde bu mücadeleden de alnımızın akıyla çıkacağımızdan şüphe duymuyorum. TBMM’nin tüm milletvekilleri ve gruplarıyla, bu süreçte devletimizin, hükümetimizin, güvenlik güçlerimizin yanında yer alacağına inanıyorum.”
Türkiye’nin, iç ve dış güvenlik konuları yanında, ekonomi başta olmak üzere, birlik ve beraberlik içinde çözüm yolları araması gereken başka meselelerinin de olduğunu belirten Erdoğan, “Bugünün Türkiyesi, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de 2000 yılı öncesinin Türkiyesi değildir.” değerlendirmesinde bulundu.
“Makro ekonomik görünümden altyapıya kadar her alanda adeta çağ atladık”
Makro ekonomik görünümden altyapıya kadar her alanda adeta çağ atlandığını ifade eden Erdoğan, böylece Türkiye’nin gelişmekte olan ülke grubunda bir üst kategoriye yükseldiğine işaret etti.
Erdoğan, Türkiye’nin özellikle son yıllarda küresel çaplı spekülatif saldırıların da odağında yer aldığını gördüklerini dile getirerek, şöyle devam etti:
“Ticaret savaşlarının yıkıcı sonuçları ve Avrupa Birliğinin kendi içindeki sorunlarının tırmanmasıyla, bu saldırıların etkileri daha da artmıştır. Her şeye rağmen, bu durum karşısında kararlı ve güçlü bir duruş sergilediğimizin altını çizmek istiyorum. Mesela, geçtiğimiz yılın ağustos ayından itibaren finans sistemimizi hedef alan saldırılar, ekonominin kendi dinamikleri içinde gerçekleşen hadiseler değildi. Öyle ki, bu süreçte sadece bir gecede 10 milyar dolardan daha fazla, ülkemizdeki cari kurun çok üzerinde döviz satın alma emirleriyle karşılaştığımız durumlar oldu.”
Döviz kurundaki yükselişle başlayan finansal dalgalanma, faizlerden enflasyona, büyümenin negatife dönmesinden işsizliğin artışına kadar pek çok zincirleme etkiye yol açtığını dile getiren Erdoğan, şöyle konuştu:
“Ağustos ayındaki sıkıntının ardından, ekonomi yönetimimiz bu tür tehditlere karşı pek çok önlem almış, bunları zamanla hem geliştirmiş hem de başarıyla uygulamıştır. Öncelikle, saldırı dalgasının ilk ayağı olan döviz kuru, nispeten istikrarlı bir çizgiye oturtulmuştur. Ardından, ülkemiz ekonomisinin gerçekleriyle orantısız bir şekilde yükseltilmiş olan faizin kademeli olarak aşağıya inmesi için ihtiyaç duyulan adımlar da atılmıştır.
Böylece, gelişmekte olan ekonomilerden pozitif yönde ayrılan Türkiye’nin kredi risk puanı iyileşmeye başlamıştır. Bankacılık sistemimiz güçlü yapısını koruyor ve riskleri rahatlıkla yönetilebilecek bir seviyeye gelmiştir.”
Faizlerin, bir önceki yıl sonuna göre bugün, ticari kredilerde 10 puan, konut kredilerinde 15 puan, ihtiyaç kredilerinde 13 puan gerilediğini anımsatan Erdoğan, faizlerin düşmeye başlamasıyla, konut başta olmak üzere piyasalarda bir canlanmanın gözlendiğinin altını çizdi.
Enflasyonda, TÜFE’nin yüzde 25’ten yüzde 15’e, ÜFE’nin ise yüzde 45’ten yüzde 13,5 seviyesine gerilediğine dikkati çeken Erdoğan, “Önümüzdeki günlerde yeni verilerin açıklanmasıyla, enflasyonun yeniden tek haneli rakama ineceğine inanıyorum. Enflasyonun da gerileme eğilimine girmesiyle, büyüme yeniden olumlu yönde bir seyir izlemeye başladı.” şeklinde konuştu.
“Muhtemelen bu yıl tüm zamanların turist rekorunu kıracağız”
Erdoğan, sanayi üretiminin temmuzda bir önceki aya göre yüzde 4,3 oranında artış kaydettiğini, ihracatın her ay yeni rekor kırarak yıllık bazda 170 milyar dolar sınırını geçtiğini belirterek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Buraya nereden geldik, 36 milyar dolardan geldik. 36 milyar dolar ihracattan şimdi 170 milyar dolar ve daha da artacak. Turizmde çok bereketli ve karlı bir sezon geçiriyoruz. Muhtemelen bu yıl tüm zamanların turist rekorunu kıracağız. Turizm gelirlerimiz geçen yıl yüzde 12 artmıştı, bu yıl yüzde 10 daha artacak. Burada da 50 milyon turisti inşallah yakalayacağız.”
“IMF defterini tekrar açılmamak üzere Mayıs 2013’te kapattık”
Uluslararası yatırımlar dünyada azalırken, Türkiye’nin bu konuda oldukça iyi bir konumda yer almayı sürdürdüğünü ifade eden Erdoğan, şunları kaydetti:
“Bir dönem epeyce gerilemiş olan Merkez Bankamızın döviz rezervleri yeniden 100 milyar doların üzerine çıktı. Başbakanlığım döneminde hatırlayın 136 milyar dolara ulaşmıştı. Biz demek ki bu rakama alışığız ve yeniden bu rakamları yakalayacağız. Şu aralar 103 milyar dolar seviyesine ulaştı. Bu gelişmeler sayesinde, ülkemiz ekonomisinin en büyük zaafı olarak gösterilen cari işlemler dengesinde, tarihimizde ilk defa 4,4 milyar dolar artıya geçtik.
Ekonomik göstergelerin hemen tamamı, önümüzdeki dönem için olumlu yönde gelişmelerin yaşanacağına işaret ediyor. Bu gelişmeler, OECD ve IMF gibi uluslararası kuruluşları da, ülkemizin büyüme tahminlerini sürekli olumlu yönde revize etmeye yöneltiyor. Türkiye, diğer alanlarda olduğu gibi, ekonomide de dimdik ayakta kalmayı başarmıştır. Bu vesileyle, ekonomik olmaktan ziyade siyasi kriterlerle perde gerisinden ülkeleri yönetmeye kalkan IMF defterini, tekrar açılmamak üzere Mayıs 2013’te kapattık. Malum, göreve geldiğimizde IMF’ye olan borç 23,5 milyar dolardı. Mayıs 2013 sıfırladık. Son yıllarda yaşadığımız hadiseler bize, ekonominin dinamik bir alan olduğu, sürekli reformlarla beslenmesi gerektiği, hedeflere ancak yapısal dönüşümlerle ulaşılabileceği gerçeğini elbette unutturmuyor.”
Dengelenme ve yeniden büyüme sürecini başarıyla yürüttüklerini vurgulayan Erdoğan, mali disiplinden asla taviz vermediklerini vurguladı.
Yaşanan hadiselere rağmen hem bütçe açığının hem de borç stokunun milli gelire oranının, Avrupa Birliği standartlarına göre çok iyi bir seviyede olduğunu ifade eden Erdoğan, “2023 hedeflerimize uygun yeni stratejileri ve reformları da kesintisiz sürdürmekte kararlıyız. Meclisimiz tarafından kabul edilen 11. Kalkınma Planındaki yol haritamızı takip ederek, önümüzdeki seçimsiz 4 yılı en iyi şekilde değerlendireceğiz. Ülkemizi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirene kadar durup dinlenmeden çalışmaya devam edeceğiz.” diye konuştu.
Geçen hafta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda, adalet teması etrafında dünya meselelerinin kapsamlı bir değerlendirmesini yaptıklarını anımsatan Erdoğan, BM sistemi başta olmak üzere, her alanda adaleti savunurken, Türkiye’nin bu konuda geride kalmasını kabul edemeyeceklerini belirtti.
Bunun için Nisan ayında kamuoyuyla paylaştıkları Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin ilk paketinin hazırlıklarının tamamlandığını anlatan Erdoğan, böylesine önemli bir konunun, Meclis’te mümkün olan en geniş uzlaşmayla tartışılması ve kabul edilmesinin önemli olduğunu düşündüklerini, bunun için ilk reform paketini tüm milletvekillerinin değerlendirmesine sunulduğunu ifade etti.
Erdoğan, şunları söyledi:
“Daha çok hak ve özgürlükleri genişletmeyi amaçlayan hususları içeren bu paketi yenileri de takip edecektir. Gerek komisyonlarda, gerekse genel kurulda bu reform paketlerinin yapıcı bir anlayışla tartışılacağını umut ediyorum. Yargı Yılı açılışında da belirttiğim gibi, hukuk başkadır, adalet başkadır. Meclis’in görevi, adaletin tesisine imkan sağlamak için en ideal hukuk düzenlemelerini yapmaktır. Kendimiz ve tüm insanlık için adalet peşinde koşarken, bunun çerçevesini oluşturan kanunlarımızı da sürekli geliştirmek zorundayız.” diye konuştu.
“Milletimizin bizden beklentisi uyum içinde çalışmamız”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendileri ve tüm insanlık için adalet peşinde koşarken, bunun çerçevesini oluşturan kanunların da sürekli geliştirilmesi gerektiğine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Anayasamıza göre devletin başı, yeni yönetim sistemimize göre de aynı zamanda yürütmenin sorumlusu olarak, yargı reformu çerçevesinde atılacak adımları tüm milletvekillerimizle birlikte gerçekleştirmeye önem veriyoruz. Yasamanın, yürütmenin ve yargının kendi içlerinde bağımsız olmaları, devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın öncülüğünde belirli amaçlar için iş birliği içinde çalışmalarına mani değildir. Elbette Cumhurbaşkanı, milletvekillerinin yerine geçip kanun çıkarmaya, hakimlerin yerine geçip hüküm vermeye kalkacak değildir.”
Kuvvetler ayrılığının, demokrasinin özünü oluşturan güçlerin çatışması değil, makul bir denge içinde aynı hedefler doğrultusunda faaliyetlerini yürütmeleri anlamına geldiğini vurgulayan Erdoğan, bu anlayışla Anayasa’nın verdiği göreve uygun şekilde tüm kurumların ahenk içinde çalışmalarını temin gayesiyle çaba gösterdiklerini anlattı.
Erdoğan, şöyle konuştu:
“İdeolojik saplantılar ve günlük siyasi çıkarlar uğruna bu dengeyi bozmaya yönelik söz ve eylemler içine girenler bize değil, ülkeye ve devlete zarar verdiklerini bilmelidirler. Milletimizin bizden beklentisinin de uyum içinde çalışmamız olduğuna inanıyorum. Bugüne kadar millet iradesinin üstünlüğü dışındaki tüm yolları reddettim, aksi yöndeki her girişime karşı mücadele verdim. Vesayetin cezaevine attığı, darbecilerin hayatına kast ettiği bir siyaset ve devlet adamı olarak, başka bir yolu, yöntemi aklımdan dahi geçirmedim. Milletimize de dünyaya da sözümüzü, öyle kapalı kapılar ardında değil, meydanlarda, kürsülerde, ekranlarda söylemeye devam edeceğiz.”
“Deprem değil bina öldürür”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta İstanbul’da yaşanan 5,8 büyüklüğündeki depremin, karşı karşıya bulunulan tehlikeyi bir kez daha hatırlattığını vurguladı.
Anadolu coğrafyasının, binlerce yıldır çok ciddi depremlerle sarsılan, yıkımlar ve acılar yaşayan bir yer olduğuna değinen Erdoğan, Türkiye’nin yüzde 70’inin birinci veya ikinci derece deprem bölgesi olduğunu anlattı.
Türkiye nüfusunun ve sanayi tesislerinin dörtte üçünün, birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde yer aldığına işaret eden Erdoğan, 1999 yılında yaşanan İstanbul, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Düzce ve Bolu’da çok ciddi yıkımlara, can kayıplarına yol açan depremlerin görüntülerinin hafızalarda tüm canlılığıyla durduğunu söyledi.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sadece 17 Ağustos 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinde, 2010 yılındaki Meclis Araştırma Komisyonu rakamlarına göre 18 bin 373 canımızı kaybettik. Aynı şekilde; 2011 yılında Van’da, 2003 yılında Bingöl’de, 1998 yılında Adana’da, 1992 yılında Erzincan’da, 1983 yılında Erzurum’da, 1976 yılında Çaldıran’da, 1975 yılında Lice’de, 1971 yılında yine Bingöl’de, 1970 yılında Gediz’de yaşanan depremleri de son 50 yılın büyük acıları olarak hatırlıyoruz. Bu depremlerde de on binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, yüz binlercesi yaralanmıştır. ‘Deprem değil bina öldürür.’ gerçeği, her depremde bir kez daha yüzümüze adeta şamar gibi inmiştir.”
“Yaklaşık 1,5 milyon acil dönüşüm bekleyen yapı var”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de inşaat faaliyetlerinin çok uzun yıllar boyunca, sadece estetik ve diğer unsurlar değil, afet faktörü de gözetilmeden özensiz bir şekilde yürütüldüğünü kaydetti.
Hükümete geldikten sonra bu konuyu öncelikleri arasına aldıklarını belirten Erdoğan, TOKİ öncülüğünde projelerle, Türkiye’de ilk defa sistematik ve yaygın bir depreme dayanaklı yapı stoku oluşturmaya başladıklarını anlattı.
Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Şu ana kadar TOKİ vasıtasıyla, 4 milyona yakın vatandaşımızın yaşadığı 850 bin güvenli konutu tamamlayıp sahiplerine teslim ettik. Bununla kalmadık, belediyelerimizle birlikte ülke genelinde 6,7 milyon yapının çeşitli derecelerde dönüşümünü hedefleyen bir sürece girdik. Bugüne kadar 1 milyon 112 bin yapının dönüşümünü başlattık, önemli bir kısmını da bitirdik. Ayrıca projeden malzemeye ve yapı denetimine kadar, inşaat sürecine ilişkin tüm alanlarda standartları, depreme göre yeniledik, geliştirdik. Böylece, özel sektörün yaptıklarıyla birlikte, 35 milyon vatandaşımızın güvenli evlerde yaşayabilmesini sağlayan bir dönüşümü gerçekleştirmiş olduk. Şimdi önümüzde yaklaşık 1,5 milyon acil dönüşüm bekleyen yapı var. Her yıl 300 bin konutu devlet ve özel sektör olarak inşa ederek, 5 yılda da bu acil dönüştürülmesi gereken yapıları yenilemeyi planlıyoruz.”
Kentsel dönüşüm projelerinin hızlı, yerinde ve gönüllülük esasına göre yürütülmesinin şart olduğunu vurgulayan Erdoğan, diğer taraftan pek çok farklı kurum tarafından yürütülen ve koordinasyon eksikliği sebebiyle imkanların boşa harcanmasına sebep olan afet yönetimi sistemini de baştan sona değiştirdiklerini aktardı.
“Deprem gibi hayati meselelerin siyaset üstü olduğuna inanıyoruz”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de bugün depremden sele, yangından heyelana kadar tüm afet çalışmalarının, 2009 yılında kurdukları Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından sevk ve idare edildiğini, ayrıca sığınmacılara geçici barınma hizmeti verilmesi ile sınırlar dışındaki afetlere müdahale çalışmalarının da AFAD’ın sorumluluğu altında olduğunu belirtti.
Hem kriz, hem de risk yönetimini birlikte yürüten bir sistemle, 81 ilin tamamında afetlere karşı hazırlık yapıldığını ve müdahalede bulunulduğunu kaydeden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kızılay başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki yardım ve müdahale birimleri de, bu kurumumuz tarafından koordine ediliyor. Bir yandan afet risklerinden arındırılmış yerleşim yerleri inşa etme, diğer yandan afet öncesi bilinçlendirme ve afet sonrası yardım çalışmalarıyla ilgili güçlü bir kurumsal altyapı oluşturmuş bulunuyoruz. Henüz istediğimiz seviyeye ulaşamadığımız bir gerçek olmakla birlikte, bugün Türkiye’nin 17 yıl öncesine göre afetlere daha hazırlıklı olduğu bir gerçektir. Geçtiğimiz hafta yaşanan deprem bize, bu yöndeki çalışmalarımızı hızlandırmamız ve yaygınlaştırmamız gerektiğini göstermiştir. Biz, bu doğrultuda üzerimize düşenleri kararlılıkla yapmaya devam edeceğiz. Deprem gibi hayati meselelerin siyaset üstü olduğuna ve bu şekilde konuşulması, tartışılması, çalışılması gerektiğine inanıyoruz. Aksi yöndeki her tavır ve beyan, hiç kimseye, ülkemize zarar vermekten başka fayda sağlamayacaktır. Rabbim ülkemizi her türlü tabii afetten muhafaza etsin.”
Erdoğan, sözlerini, TBMM’nin 27. Dönem 3. Yasama Yılı’nın hayırlı olması temennisi ve milletvekillerine başarı dilekleriyle tamamladı.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının ardından, kabul edilen Danışma Kurulu önerisiyle birleşimi yarın saat 14.00’te toplanmak üzere kapattı.
“Bir gece ansızın gelebiliriz”
Erdoğan, Meclisten ayrılırken gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Fırat’ın doğusuna yönelik verdiği mesajların hatırlatılmasının ardından, “Süre tanıdığınızı belirtmiştiniz. Bu konuda bir gelişme var mı?” sorusuna karşılık Erdoğan, “Bunların hepsinin toplam açılımı nedir? Bir gece ansızın gelebiliriz.” ifadelerini kullandı.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne ilişkin bir soru üzerine Erdoğan, “Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri, ben 17-18 yıldır işin içindeyim. Hiçbir zaman açıklanmaz. Eskiden Bakanlar Kurulu, şimdi kabine ve aynı zamanda Milli Güvenlik Kurulu sadece onun detayına hakimdir, sahiptir.” diye konuştu.
PYD/YPG gibi terör örgütlerinin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne eklenmesinin söz konusu olup olmadığı sorusuna Erdoğan, bu örgütlerin zaten bulunduğunu söyledi.
Eski bakanlardan Faruk Çelik’in “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde, cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50 artı 1 Türkiye’yi yorar, yüzde 40 olmalı” şeklinde önerisinin olduğunun hatırlatılmasının ardından, “Bu öneri konuşulabilir mi kampta?” şeklindeki soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kızılcahamam’daki kampta onu konuşmamız önemli değil, onun konuşma yeri burası (TBMM). Çünkü Anayasa değişikliği gerektiriyor. O nerede konuşulacak? Burada. Biz sadece iktidar olarak kendimiz ön hazırlık yaparız. Ön hazırlığımızı buraya getirebiliriz. Onun için de tabii iktidarıyla muhalefetiyle el ele vermek ve ondan sonra da böyle bir şey hakikaten gerçekleştirilebilirse bu olabilir. Aksi takdirde bunların üzerinde bizim Kızılcahamam’da durup konuşmamız, asıl o bizi yorar.” değerlendirmesini yaptı.
“Oranın düşürülmesine, yüzde 50 artı 1’in yüzde 40’lara indirilmesi önerisine siz nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna ise Erdoğan, “O bir defa, bir yıl önce çıkarmış olduğumuz, millete götürüp de milletin onay verdiği yeni yönetim sistemini tekrar gündeme getirmek, asıl milleti o yorar. Daha yeni çıkardık.” karşılığını verdi.