Views: 0
Çin’in İngiltere’yle 1984 yılında imzalanan ortak deklarasyon uyarınca 1997 yılında devraldığı ve “bir ülke iki sistem” modeline göre yönettiği Hong Kong’da suçluların iadesi yasasına yönelik sürdürülüp üçüncü ayına giren protestolar bölgeyi kaotik bir hale dönüştürmüş durumda. Göstericilerin radikalleşmesi ve buna karşılık polisin şiddet dozu artan artan müdahalesi bölgeyi merkezi hükümet açısından daha karmaşık bir sorun haline getiriyor. Uluslararası kamuoyu Çin’in Hong Kong’a olası müdahalesi üzerine sorular sorarken Çin ise ortaya çıkabilecek riskleri nasıl giderebileceğine odaklanmış görünüyor.
Hong Kong’daki kitlesel gösteriler Hong Kong yönetiminin suçluların iadesini sağlayan bir kanun tasarısını meclise getirmesiyle başladı. Buna karşılık sokaklarda başlayan protestolar merkezi hükümeti hedef alan geniş kapsamlı bir kampanyaya dönüştü. Hong Kong’da protestoları sürdüren göstericilerin beş temel talebi bulunuyor: Suçluların iade yasasının kaldırılması, tutuklanan göstericilerin aklanması, hükümet tarafından “isyan” suçlamasının kullanılmaması, polis müdahaleleriyle ilgili bağımsız bir soruşturma yapılması ve Hong Kong seçimlerinde genel oy hakkı tanınması.
Merkezi hükümet ve Hong Kong hükümeti ise taviz vermeme konusunda kararlı görünüyor. Gösterilerin başından bu yana yaklaşık 600 kişi gözaltına alındı. Kırk dört kişi ise “isyan” suçlaması ile yargılanıyor. Hong Kong yönetimi olayları kontrol altına alma konusunda sorunlar yaşarken, merkezi hükümet ise “müdahale” imasında bulunan bir yaklaşım sergiliyor.
Göstericilerin olaylar sırasında Çin’in ulusal simgelerine zarar vermesi özellikle ana karadaki Çin medyası tarafından sert tepkiyle karşılandı ve bu tepki milliyetçi bir söylemle tahkim edildi. Devamında Hong Kong’daki protestoculara daha sert müdahale edilmesi gerektiği üzerinde duran yayınlar yapıldı. Sertlik yanlılarının bu tutumu giderek belirgin hale gelirken Pekin, müdahale imalarında bulunmakla beraber daha çok Hong Kong yönetimine olan desteğini yineledi ve Hong Kong polisine olan güvenini vurguladı.
Çin’den Hong Kong’a askeri müdahale iması
Ancak bir yandan da müdahale edilebileceği yönündeki yaklaşımın altı kararlı bir şekilde çiziliyor. Çin Savunma Bakanlığı sözcüsü Wu Qian’ın, “Hong Kong yönetimi tarafından bir talep gelmesi durumunda Çin Ordusunun kamu düzenini korumak için müdahale edebileceğini” belirtmesi, durumun vahametini göstermesi açısından önemli bir işaret olarak algılandı.
Hong Kong’da bulunan garnizonda altı bin asker bulunuyor. Çin tarafı Hong Kong garnizon yasasının 14. maddesine göre Hong Kong hükümetinin “gerektiğinde, kamu düzenini korumak ve felaket gibi durumlarda merkezi halk hükümetinden yardım isteyebileceğini” belirtiyor.
Çin Halk Cumhuriyeti devlet konseyine bağlı “Hong Kong ve Makao İşleri Ofisi” (HKMAO) 1997 yılından bu yana yaptığı ilk basın toplantısında ulusal güvenlik, merkezi hükümetin otoritesi gibi konuların altını çizerken Hong Kong’un Çin’e zarar vermek için bir üs olarak kullanılmasını eleştirerek mesaj yüklü bir açıklama yaptı. HKMAO Hong Kong’daki durumun barışçıl gösteri kapsamının çok ötesine geçtiğini, Hong Kong’un refahını ve istikrarını baltaladığını ve “bir ülke iki sistem” ilkesine zarar verdiğini vurguladı.
Bununla birlikte, Hong Kong’da bulunan Çin askeri garnizonunun komutanı protestolara ilk kez değindi ve söz konusu gösterilere “müsamaha gösterilmemesi gerektiğini” söyledi.
HKMAO ofisi direktörü Zhang Xiaoming ise “Merkezi hükümet, Hong Kong’daki durumdan oldukça endişe duyuyor ve stratejik düzeyde planlar yapıyor” dedi. Öte yandan Çin Kamu Güvenliği Bakanlığı’nın “Ülkede bulunan polis departmanları ülke çapındaki tüm polis memurlarının temel eğitimlerini güçlendirecek, büyük risklere karşı istikrar ve güvenliği sağlama yeteneklerini geliştirmeye odaklanacak” açıklamasını yapması Çin tarafının bir hazırlık içerisinde olduğu algısını güçlendirdi.
Bu arada Hong Kong’da 2014 ve 2016 yılındaki protestolarda başarılı bir yönetim sergilediği düşünülen emekli polis şefi Alan Lau’nun Hong Kong polis kadrosuna geri dönmesi Çin’in “polisiye önlemleri” genişletme ve derinleştirme emaresi olarak ele alınabilir. Hong Kong yöneticisi Carrie Lam’ın “Hong Kong’daki durum daha da kötüye giderse merkezi hükümet oturup seyretmeyecek” şeklinde bir yaklaşım sergilemesi ise müdahale olasılığının sürekli gündemde yer bulmasını sağlıyor.
Hong Kong, ABD-Çin rekabetinde ön plana çıkıyor
Çin tarafından Hong Kong’la ilgili gelen müdahale imalarına karşılık özellikle ABD’nin muhalefeti destekleyici bir söylem tutturması ilişkileri olumsuz yönde etkiliyor. ABD ile Çin arasında 2018 yılından beri “ticaret savaşları” üzerinden tırmanan gerilim, Hong Kong’da baş gösteren olaylar sonrasında yeni bir cepheye sıçramış görünüyor. Özellikle Çin cenahından ABD’ye “Hong Kong’dan elini çekmesi” konusundaki çağrılar sürekli yinelenirken, ABD’li yöneticiler ve Kongre üyelerinin Hong Kong’daki protestolara yönelik “olumlayıcı” mesajlar göndermesi gerginliği iyice karmaşık bir hale getiriyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying’in Hong Kong’daki protestoların “ABD’nin eseri” olduğunu belirterek ABD’nin dünyaya bir açıklama “borçlu” olduğunu söylemesi ve akabinde HKMAO ofisinin ABD’li politikacıların protestocularla birlikte hareket etmeyi bırakması çağrısı yapması durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.
Bütün bunların yanında ABD Başkanı Donald Trump ise Hong Kong’daki olaylar konusunda kendine has bir yaklaşım sergiliyor. Hong Kong’la ilgili sorulan bir soruya “Bu Hong Kong ile Çin’in arasında, çünkü Hong Kong Çin’in bir parçası” cevabını vermesi ABD içinde Hong Kong’a destek veren siyasi figürleri şaşırtmakla beraber yine Trump’ın Hong Kong olaylarıyla ilgili konuşurken Çin tarafının kullandığı gibi “isyan” (riot) kavramını kullanması bu şaşkınlığı bir kat daha artırdı. İçeriden gelen baskılar iyice artmış olacak ki Trump, Hong Kong ile ilgili yeni bir tweet atarak Çin’in Hong Kong’a “insanca” davranması gerektiğini belirtti ve bir ticaret anlaşması yapılabilmesi için bu sorunun çözülmesinin önemli olduğunun altını çizdi.
Trump’ın daha çok ticaret savaşlarına odaklandığı görülürken ABD siyasetinden birçok ismin Hong Kong’daki olaylarla ilgili sosyal medya paylaşımları özellikle Çin tarafında belirgin bir öfkeye neden oluyor. Buna karşılık Çin, resmi söylemlerinde söz konusu protestoların dışardan destek gördüğüne dair vurgusunu sürdürmeye devam ediyor. Çin’in Hong Kong’daki olayları renkli devrimlerin devamı olarak tanımlaması ise özellikle not edilmesi gereken önemli bir ayrıntı olarak görünüyor. ABD’li bir diplomatın Hong Kong muhalefetinden bazı isimlerle görüşürken görüntülenmesi, bunun basında yer alması ve akabinde ABD’nin Çin’i bir “haydut” rejim olarak tanımlaması ise ipleri tamamen kopma noktasına getirmiş durumda.
Öte yandan gerek Batı basınında gerekse ABD Başkanı Trump’ın Twitter hesabında Çin’in Hong Kong sınırına yakın Shenzhen’e askeri yığınak yaptığına dair paylaşımların yapılması ve bunların özellikle son zamanlarda yoğunlaşması ise dikkat çekiyor.
Çin’in Hong Kong’a müdahalesinin olası sonuçları
“Çin Hong Kong’a askeri bir müdahalede bulunur mu?” sorusu özellikle uluslararası kamuoyunda son dönemde en çok tartışılan konuların başında geliyor. Çin tarafındaki birçok isim ise ortaya çıkacak “siyasi maliyet” ve müdahale sonucunda oluşması muhtemel belirsizlik nedeniyle bu fikre karşı çıkıyor. Ancak bölgede silahlı bir isyanın patlak vermesi ya da Hong Kong yöneticilerinin kontrolü kaybetmesi durumunda askeri müdahalenin masada bulunması gereken “en son çare” olması noktasında bir konsensüs olduğunu söylemek mümkün.
Fakat Çin’in polis ve göstericiler arasında havalimanında yaşanan olaylardan sonra “terörizm işaretleri” belirdiğini açıklaması ve söz konusu olayların Batı destekli olduğunun altını çizmesi olayları farklı bir boyuta taşıdı. Hong Kong havalimanında devam eden oturma eylemine müdahale eden polislerden birinin ve bir gazetecinin dövülmesi protestoculara yönelik tepkiye neden oldu. Hatta protestocular da yayınladıkları mesajlarda şiddet görüntülerinden dolayı pişman olduklarını ve Hong Kong halkından ikinci bir şans istediklerini belirttiler. Bu olaylar Çin’in radikal protestocularla ilgili söylemlerini güçlendirirken, protestocuları kamuoyu önünde yıpratan bir pozisyona doğru sürükledi. Dünyanın en işlek havalimanlarından biri olan Hong Kong havalimanında uçuşların iptal edilmesi ciddi bir zarara neden oldu. Bütün olanlara rağmen Çin tarafından Hong Kong’a yapılacak askeri bir müdahale Çin’in çıkarlarına aykırı görünüyor.
Ancak diğer taraftan Çin Devlet Başkanı Cinping’in Hong Kong’daki olayları yönetemediğini gösteren bir algının oluşması ise Çin’in söylemsel tahkimatında önemli bir yer tutan “yükselen ve güçlü Çin” imajını olumsuz yönde etkileyecek.
Çin’in en önemli endişelerinden biri de Hong Kong’da yaşanan bu gelişmelerin ana kara Çin’e sıçraması ve başka huzursuzlukların önünü açması. Çin’in bu bağlamda özellikle içeride ciddi güvenlik kaygıları olduğu ve bunun da Pekin yönetiminin Hong Kong konusundaki “kararsızlığını” artırdığı söylenebilir.
Çin, özellikle ana karadaki güvenlik endişelerini kontrol altına alma çabalarıyla küresel anlamda barışçıl yükselişini inşa etme arasında zorunlu bir denge kurmaya çabalıyor. Söz konusu dengeleme çabasının Hong Kong’a müdahale etme konusunda birtakım maliyetler ortaya çıkarması olası görünüyor. Uzmanlar, askeri bir müdahalenin Çin’in “kendisini dış dünyadan tamamen izole edeceği” anlamına geleceğini ve böyle bir hamleden ziyade Pekin’in farklı seçenekler üzerinde durabileceğini belirtiyorlar. Bu noktada Çin tarafından Hong Kong’daki gösterilere yönelik “güçlendirilmiş bir polis müdahalesinin” gündeme gelebileceği düşünülüyor. Bu noktada Halkın Silahlı Polis Gücü (People’s Armed Police) ön plana çıkıyor. Çin’in “Halkın Silahlı Polis Gücü” birimi jandarma benzeri bir yapılanma ve savaşlarda Çin Ordusuna destek vermek ve isyan kontrolü gibi görevleri bulunuyor.
Sonuç olarak Çin’in Hong Kong’a askeri müdahalesi Çin açısından birçok riski içinde barındırıyor. Aslında son zamanlarda özellikle yaygınlaşan askeri müdahale imalarını protestocuları caydırmayı hedefleyen daha büyük bir “yıpratma stratejisinin” parçası olarak okumak da mümkün. Yine de Çin’in tehdit algıladığı bir konu hakkında nasıl bir hamlede bulunacağını tahmin etmek güç. Ancak güçlü bir liderliğe inanan Cinping’in uzun sürmesi muhtemel böyle bir bölgesel “kaosa” izin vermeyeceği söylenebilir.
Hong Kong’a yapılacak olası bir askeri müdahale sonucunda Çin özellikle Tayvan konusundaki “barışçıl birleşme” hedefini büyük oranda kaybedecektir. Olası bir müdahale “bir ülke iki sistem” modeline büyük bir zarar vereceği gibi, Çin’in barışçıl yükseliş konseptini de ciddi biçimde yaralayacaktır. Bununla beraber bölgesel güvenlik mimarisinin küresel rekabeti de alevlendirecek bir bağlamda derinden etkileneceği söylenebilir.
[ABD-Çin İlişkileri ve Çin’in Dış Politikası alanında çalışmalarını sürdüren Hüseyin Korkmaz, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Güvenlik Ana Bilim Dalında doktora çalışmalarını sürdürmektedir]