Views: 0
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali ve Arap Baharı süreci Orta Doğu bölgesinin önemli güçleri olan Irak, Mısır, Suriye gibi ülkelerin zayıflayarak bölgesel güç denkleminden çıkması ile sonuçlandı. Orta Doğu’nun bu başat güçlerinin zayıflaması ile oluşan güç boşluğu bölgede statükocu bloğa liderlik eden BAE-Suudi eksenine, bölge genelinde gücünü tahkim etme ve nüfuz alanlarını genişletme açısından yeni imkanlar sağladı.
İçinde bulunduğumuz dönemde, uluslararası mecralar tarafından, Mısır’da muhtemel bir kaosun bölgesel ve küresel düzlemde yaratacağı felaketlere dair senaryolar dillendirilmeye başlandı. Örneğin The Economist dergisi, Mısır devletinin darbeci Sisi rejimi altında çöküşünün Orta Doğu ve dünyada yeni bir kaosa yol açmasının etkileri ve muhtemel sonuçlarının neler olabileceği üzerine yayınladığı analizde olası bir ekonomik çöküş durumunda Körfez ülkelerine kitleler halinde mülteci akını olacağı öngörülerini ortaya koydu. Yüz milyonu aşan nüfusu ile Mısır’ın böyle bir kaosa düşmesi bir taraftan Kızıldeniz güvenliği için tehdit olacağı gibi diğer taraftan da olası mülteci akını BAE-Suudi ekseni açısından büyük sorunlara yol açacaktır.
BAE-Suudi ekseni için statüko, içeride yönetici ailelerin devleti yönetme imtiyazına, iktidar ve servet dağılımı üzerinde yönetici ailenin tekeline, yönetilenlerin kısıtlı siyasi ve medeni haklarına, dışarıda ise Batı ile ılımlı ilişkilere, ABD ve İsrail tarafından tanımlanan bölgesel statükonun İran gibi revizyonist güçlere karşı korunmasına dayanıyor. Hem içeride hem de dışarıda bu statükonun korunması, Körfez, Kızıldeniz, Güney Arabistan (Yemen) ve Levant (Suriye, Lübnan ve Filistin) bölgelerinde BAE-Suudi nüfuzunun kurulması ve bu nüfuz alanlarının bölgesel ve küresel aktörler tarafından tanınması büyük önem arz ediyor.
BAE-Suudi ekseni, son dönemde, bölgenin başat güçlerinin zayıflayarak bölgesel güç denkleminden çıkmasını fırsat bilerek Körfez, Kızıldeniz, Güney Arabistan ve Levant gibi alanlarda mevcut nüfuzunu tahkim etmek ve yeni nüfuz alanları elde etmek için askeri/endüstriyel kapasitesini aşan oldukça iddialı bir dış politikaya yöneldi. Bu süreçte, bir taraftan İran gibi bölgesel statükoyu değiştirme niyet, imkan ve kabiliyetine sahip revizyonist bir güçle mücadele ederken diğer taraftan Katar ve Türkiye gibi Orta Doğu halkları nezdinde etkili bir yumuşak güce sahip demokrasi yanlısı blokla baş etmek durumunda kaldı. 2011’de Bahreyn’e dönük askeri müdahale, 2013 yılında Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarına yönelik askeri darbeye verilen destek, 2014 yılında Katar’la diplomatik ilişkilerin askıya alınması, 2015 yılında Yemen’e askeri müdahale, 2017 yılında Katar’a yönelik abluka ve Katar’ı işgal girişimi BAE-Suudi ekseninin bu iddialı dış politikasının en önemli çıktıları oldu.
BAE-Suudi ekseninin Katar planı boşa çıktı
BAE-Suudi ekseni bu süreçte harcadığı çok büyük askeri, ekonomik ve diplomatik kaynaklarla orantılı olmasa da kısmi kazanımlar elde etti. Örneğin Bahreyn’de el-Halife rejiminin Şii muhalifler tarafından devrilmesi engellendi, Mısır’da Müslüman Kardeşler liderliğindeki kadro askeri darbe ile devrildi ve Müslüman Kardeşler hareketi terör örgütleri listesine alınarak tüm bölge genelindeki altyapısı çökertilmeye çalışıldı, Libya’da Kaddafi rejiminin devrilmesine destek olunarak önemli bir ideolojik rakip tasfiye edildi. Ürdün, Umman ve Lübnan gibi ülkelerdeki yönetimler ekonomik ve diplomatik olarak desteklenerek devrimci dalganın etkisinden uzak tutulmaya çalışıldı. Suriye iç savaşının derinleşmesine dönük katkılarla, İran’ın kaynaklarını Suriye’de tüketmesi ve bir süreliğine de olsa Körfez’den uzaklaşmasına yönelik bir politika izlendi. Bu süreçte BAE-Suudi ekseninin elde ettiği kısmi kazanımların, bir taraftan BAE-Suudi ekseninin bölgesel liderliğini pekiştireceği diğer taraftan gelecekte her iki ülkeyi yönetmesi beklenen genç prenslerin (Muhammed bin Zayed ile Muhammed bin Selman) iktidarlarını sağlamlaştıracağı öngörüsü yaygın bir kanaat olarak benimsendi.
Ancak son bir iki yıldır bölgede yaşanan birtakım gelişmeler BAE-Suudi ekseninin, uğruna çok büyük kaynaklar harcadığı bölgesel statükoyu tehdit ediyor. Katar’ın karadan, denizden ve havadan uygulanan ablukaya rağmen ayakta kalmayı başarması, Yemen savaşının, tüm kaynaklarını tüketmesine rağmen, BAE-Suudi ekseni tarafından kaybedilmesi, ekonomik iflasa doğru giden Mısır’ın oluşturduğu büyük riskler, bölge genelinde Arap Baharı sürecine yol açan değişim talebinin güçlü bir şekilde devam etmesi ve ABD’nin Körfez’deki müttefiklerini İran karşısında koruma konusunda yaşadığı tereddütler bu gelişmelerin bazıları olarak sayılabilir.
Çeyrek milyon civarındaki nüfusa, çok küçük bir toprak parçasına sahip olmasına rağmen dünya doğalgaz rezervleri bakımından Rusya ve İran’dan sonra gelen üçüncü ülke olan Katar’ın sahip olduğu devasa ekonomik kaynaklar dış politikasına dinamizm kazandırdı, nüfusu ve coğrafyasına oranla çok daha büyük bir etki oluşturmasını sağladı. 1990’lı yılların sonlarından itibaren başarılı bir şekilde sürdürdüğü “tarafsız arabulucu” rolü ile Arap Baharı öncesi önemli bir bölgesel aktör olmayı başaran Katar, Arap Baharını, bölgede etkinliğini artırmak için bir fırsat olarak gördü, dış politikasında niteliksel bir değişime giderek Libya, Mısır ve Suriye’de rejim değişikliklerini aktif olarak destekledi.
Katar’ın bölgede statükocu bloğu zayıflatacak bir politikaya yönelmesi BAE-Suudi ekseni tarafından önemli bir tehdit olarak algılandı. 2014 yılında kısa süreliğine diplomatik ilişkilerin askıya alınmasını takiben 2017 yılında karadan, havadan ve denizden Katar’a yönelik abluka uygulanmaya başlandı. Bu süreçte Katar’daki Temim el-Sani yönetiminin bu baskıya dayanamayarak ya içeriden bir darbe ile devrileceği ya da dış politikasında radikal bir değişikliğe giderek BAE-Suudi ekseninin taleplerini karşılayacağı savları yaygın olarak paylaşıldı. Hatta Suudi askeri güçlerinin Katar’ı işgal etmek için hazırlıklar yaptığı bile basına yansıdı. Ancak aradan geçen iki yıla rağmen, Katar yönetimi, zayıflayıp devrilmek bir yana bölgesel ve küresel profilini yükselterek bu baskılara direnmeyi başardı ve BAE-Suudi ekseninin müdahaleci dış politikasını boşa çıkardı.
Uzun vadede en büyük risk Mısır
Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın hava, deniz ve karadan Katar’ı boğmak için uyguladığı bütün ambargoların ters teptiğinin en önemli kanıtı ülkenin, 2019 yılında rakiplerini kıskandıracak şekilde büyüyerek, kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla açısından dünyanın en zengin ülkesi olmasıdır. Geçtiğimiz günlerde Ürdün’ün, diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürmesinden iki yıl sonra, Katar’a büyükelçi ataması, BAE-Suudi ekseninin Katar karşısında aldığı en önemli diplomatik yenilgilerden biri oldu. Bu gelişme BAE-Suudi ekseninin Körfez ve Ürdün üzerindeki nüfuzunu tartışmalı hale getirdi, statükocu blokta önemli bir çatlak olarak yorumlandı.
Yemen, BAE-Suudi ekseninin Güney Arabistan ve Kızıldeniz’deki jeopolitik nüfuzu için hayati önemde. Özellikle İran ile girilen rekabette İran’ın, dünyanın en önemli petrol nakil güzergahı olan Hürmüz Boğazı üzerindeki üstünlüğünü kullanarak BAE-Suudi petrol ticaretini baltalama kabiliyeti Bab-el Mendeb Boğazı ve Kızıldeniz’i BAE-Suudi ekseninin ekonomik güvenliği açısından daha da önemli hale getirdi. Tüm bu sayılanlara ilaveten, İran’ın Yemen’deki taraftarları olan Husiler üzerinden Suudi güney sınırları için oluşturduğu tehditler, BAE-Suudi ekseninin Yemen’e yönelik askeri müdahalesine gerekçe olarak kullanıldı. Özellikle BAE prensi Muhammed bin Zayed’in Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman’ı yönlendirmesi ile girişilen ve birkaç haftada zaferle sonuçlanacağı hesap edilen Yemen savaşının, “kazanılması imkansız bir savaş” olduğunun, Yemen’den asker çekmek suretiyle BAE-Suudi yönetimleri tarafından da kabullenilmiş olması BAE-Suudi ekseninin Güney Arabistan ve Kızıldeniz’deki jeopolitik nüfuzuna önemli bir darbe vurdu.
Son olarak BAE-Suudi ekseninin arzu ettiği statüko için uzun vadede en büyük sorunu çıkaracak olan ülke hiç şüphesiz Arap dünyasının kültürel, askeri, demografik merkezi olan Mısır olacak. 2013 yılında Mısır’da yaşanan askeri darbe, bölgesel statükoyu tehdit eden bir kadroyu iktidardan uzaklaştırarak BAE-Suudi ekseninin kısa bir süre rahat bir nefes almasını sağladı. Ancak aradan geçen altı yıla rağmen Mısır bir türlü istikrara kavuşmadı. Özellikle Sina bölgesinin içine düştüğü kaos ve ülkede ağırlaşan ekonomik sorunlar Arap Baharı öncesi, statükocu blok için, Orta Doğu’da güç ve istikrar kaynağı olan Mısır’ı önemli ölçüde zayıflattı. BAE-Suudi ekseninin 2013 sonrası on milyarlarca dolarlık ekonomik yardımlarına rağmen canlanmak bir yana ülkede gittikçe kötüleşen ekonomik koşullar, sadece Mısır için değil, Mısır’ın askeri, demografik ve kültürel kapasitesine yaslanarak bölgesel statükoyu koruma niyetindeki BAE-Suudi ekseni için de çok büyük bir tehdittir.
İçinde bulunduğumuz dönemde, uluslararası mecralar tarafından, Mısır’da muhtemel bir kaosun bölgesel ve küresel düzlemde yaratacağı felaketlere dair senaryolar dillendirilmeye başlandı. Örneğin The Economist dergisi, Mısır devletinin darbeci Sisi rejimi altında çöküşünün Orta Doğu ve dünyada yeni bir kaosa yol açmasının etkileri ve muhtemel sonuçlarının neler olabileceği üzerine yayınladığı analizde olası bir ekonomik çöküş durumunda Körfez ülkelerine kitleler halinde mülteci akını olacağı öngörülerini ortaya koydu. Yüz milyonu aşan nüfusu ile Mısır’ın böyle bir kaosa düşmesi bir taraftan Kızıldeniz güvenliği için tehdit olacağı gibi diğer taraftan da olası mülteci akını BAE-Suudi ekseni açısından büyük sorunlara yol açacaktır.
ABD’den beklenen destek gelmedi
Son olarak Arap Baharı sürecinin Suriye, Yemen, Libya gibi ülkelerde yol açtığı onca yıkıma ve statükocu bloğun değişim taleplerini engellemek için sarf ettiği onca ekonomik, diplomatik ve askeri kaynağa rağmen Orta Doğu’da halklar nezdinde değişim taleplerinin tüm canlılığı ile devam etmesi BAE-Suudi ekseni açısından başka bir sorun alanını teşkil ediyor. Özellikle Ürdün, Cezayir ve Sudan gibi ülkelerde yaşana sokak gösterilerinin bölgede statükocu bloğun önemli müttefiklerinden olan el-Beşir ve Buteflika yönetimlerini devirmesi, Ürdün’de ise kral Abdullah’ın BAE-Suudi ekseni ile arasına mesafe koyması, BAE-Suudi ekseninin bu süreçte Orta Doğu halklarının politik değişim taleplerinin önünü alamadığının en önemli kanıtı. Bu süreçte BAE-Suudi eksenin bölgesel statükoyu koruma konusunda büyük umutlar bağladığı ABD’nin İran karşısında beklenen sertlikte bir tutum takınmaması statükonun sürdürülebilirliği açısından önemli bir sorun olarak ortaya çıktı. Özellikle Körfez bölgesinde petrol tankerlerine yönelik kimliği belirsiz saldırılar ve bir ABD insansız hava aracının İran tarafından düşürülmesi sonrası BAE-Suudi ekseninin ABD’den beklediği, sınırlı bir askeri müdahaleyi de içeren, İran karşıtı politikanın gerçekleşmemesi BAE-Suudi ekseninin umutsuzluğunu artırdı.
Arap Baharı sürecinde BAE-Suudi ekseninin yöneldiği, kendi imkan ve kabiliyetlerini aşan ve büyük oranda başarısızlıkla sonuçlanan iddialı dış politika, büyük oranda BAE prensi Muhammed bin Zayed’in Batıyla, özellikle de İsrail’le girdiği yakın angajmanın bir neticesi oldu. Bu süreçte özellikle Suudi Arabistan gibi köklü ve İslam dünyasında saygınlığı olan önemli bir ülkenin BAE prensinin maceracı politikalarını takip etmesi İslam dünyasındaki maddi ve manevi hasarın düzeyini artıran bir sonuç doğurdu. Büyük umutlarla icra edilen iddialı politikalar içinde bulunduğumuz dönem itibarıyla BAE-Suudi ekseninin aleyhine döndü. Statükocu blok, on yıla yakın bir süredir harcadığı onca ekonomik, diplomatik ve askeri kaynağa rağmen, bölge genelinde nüfuz alanlarını genişleterek kendi lehine politik bir düzen kurmak bir yana elinde mevcut olan değerlerini de kaybetmekle karşı karşıya kaldı.
[AA- Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır]