Doğu Akdeniz kimin mavi vatanı

66
reklam alani

Views: 0

Aslında her kuşatma, bir zamanlar terk ettiğiniz tedbirlerin birikerek sizi kuşatmasıdır. Yani hiçbir kuşatma bir anda olmaz; zamanında verdiğiniz tavizler ve almanız gerektiği halde almadığınız pozisyonlar sizi birer birer kuşatmaya çoktan başlamışlardır.

Son Bizans imparatorunun ev sahibi olduğu İstanbul’un, 6 Nisan 1453 tarihinde kuşatıldığı söylenir. Oysa aslında kuşatma bu tarihte değil, Fatih Sultan Mehmed’in tahta çıktığı anda başlamıştır. Avrupa ve Doğu ile siyasî ilişkilerin dengeye oturtulması, surların yıkılmasını sağlayacak olan lağımcı ve topçu birliklerinin ve diğer savaş araçlarının temin edilmesi, gemilerin karadan yürütülmesi için inşaata başlanması, orman içinde gemi inşa edilmesi, Rumeli Hisarı’nın inşa edilmesi ve sair tedbirler, aslında İstanbul kuşatmasının birer parçasıdır. Buradan bir cümlelik özet çıkarmak ve bugüne ışık tutmak gerekirse, her terk ettiğiniz tedbirin, sonunda mücadele edemeyeceğiniz kadar büyük bir kuşatma olarak karşınıza çıkacağını söyleyebiliriz. Peki bu bilgi ne işimize yarar?

Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs çevresindeki 3,3 trilyon dolar tutarındaki petrol, hidrokarbon ve doğalgaz rezervinden oluşan tabii kaynaklar, bölgede bulunan güçlerin yakın bir tarihte üzerinde yoğunlaşacağı bir mevzu olacak. Tam burada, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’le ilgili bir önceki analizimizi hatırlatalım: “Suriye’deki güç mücadelesi bir şekilde tamamlanır ve gözler Doğu Akdeniz’deki tabii kaynaklara dönerse, o zamana gelene kadar sahada kimin hâkimiyet kurduğu, kimin daha stabil davrandığı önem kazanacak.” [1] O analizimizde, savaş meydanına çıkmadan önce, aslında savaşın sonucunun kısmen belli olduğuna dikkat çekmeye çalışmış, Suriye’de sona gelinirken, gözlerin yavaş yavaş Kıbrıs’a doğru kayacağını söylemiştik. Nitekim, tam olarak nasıl bir içerikte olacağı belli olmamakla birlikte, Suriye’de yavaş yavaş “son” görünmeye başladı. Bunun akabinde, artık küresel güçlerin de dikkatlerini Doğu Akdeniz’e kaydıracağını söylemiştik. Peki öyle oldu mu? Bu soruya Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un ağzından cevap verelim. 23 Şubat tarihinde Lavrov “Ada’daki garantörlük sisteminin çağdaş bir sistem olmadığını ve değişmesi gerektiğini” açıkladı. Daha sonra Maria Zaharova’nın beyanı da bu açıklamayı destekledi. Kıbrıs’ta KKTC’nin garantörü sıfatıyla bölgede resmî ve hukukî varlığını sürdüren Türkiye’nin garantörlüğünün sonlandırılmasını da en çok Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) istiyordu.

Diğer taraftan Mısır, İsrail ve Filistin Kahire’de toplandı. Filistin meselesi için görüşen üç devletin ortak noktası Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olmaları. Türkiye’nin Filistin’e verdiği bütün uluslararası desteğe rağmen masaya davet edilmemesi, Mısır ve İsrail’in müşterek hareket ederek Türkiye’yi Doğu Akdeniz coğrafyasında yok saymasının bir yansıması.

Bölgesel ve küresel güçlerin iştahını kabartan tabii kaynaklar zenginliği, küresel güçleri bölgeye çekiyor. Doğu Akdeniz gazının Akdeniz altından yapılacak (3,5 km derinlikte 2 bin 100 km uzunlukta) boru hattıyla Avrupa’ya taşınması için, bir yıl içinde (yaklaşık 7 milyar dolarlık) finansmanın bulunmasını müteakip beş yılda tamamlanabilecek, yılda 20 milyar metreküplük kapasiteye sahip olacak AB destekli “East-Med” boru hattı projesinin, Şubat 2019’da AB’nin onayına sunulması planlanmıştı. İsrail Enerji Bakanı, projenin amacını Arap gazına bağımlılığın azaltılması(!) şeklinde açıkladı. Projenin sürdürülebilir olması için, İsrail gazına ilaveten Mısır gazının dahi yeterli olmayacağı, yeni kaynakların bulunmasına ihtiyaç olduğu, mevcut kapasitenin yatırımı karşılamasının da kısa vadede pek mümkün olmayacağı tahmin ediliyor. Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya Türkiye üzerinden çok daha kısa bir boru hattıyla, hem teknik hem de maddi açıdan daha kolay yoldan ulaştırılması mümkün olmasına rağmen, mevcut projeye bugüne kadar 100 milyon dolar harcandığı söyleniyor.

İsrail, İtalya, Yunanistan, Mısır, Ürdün, GKRY ve Filistin Yönetimi’nin enerji bakanları Kahire’de bir araya gelerek Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun (DAGF) kurulması için anlaşmaya vardı. DAGF’nin yapısına ilişkin konular da Nisan ayında yapılacak toplantıda belirlenecek. Anlaşmaya göre, bölge ülkelerinden bu birliğe katılmak isteyenlerin de kabul edilmesi hususunda ortak karara varıldı.

Yunanistan’ın eski Genelkurmay Başkanı Evangelos Apostolakis görevdeyken Türkiye’yi tehdit ederken, daha sonra yaptığı açıklamalarda Türkiye ile savaşmayı temenni etmediklerini, ABD ve AB ile birlikte Türkiye’nin de olayları o safhaya vardırmayacağını güvence altına almak istediklerini ifade etti. İlerleyen günlerde Yunanistan’ın yeni Savunma Bakanı olan Evangelos Apostolakis, Atina’nın Türkiye’yle ilişkisindeki tek kırmızı çizginin uluslararası hukuka saygı olduğunu söyleyerek Türkiye’ye iş birliği ve bir arada yaşama mesajı gönderdi. Müteakiben Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras Türkiye ziyaretinde gerginliği azaltma sinyalleri verdi ve sürekli vurguladığı karasularını 12 mile çıkarma yasa tasarısı girişimini de geri çekti.

AB ve ABD’nin kara para aklama konusunda Rum hükümetlerini önlem almaları konusunda uyarmalarının etkisiyle Güney Kıbrıs’taki kayıtlı Rus şirketlerinin sayısında yaşanan büyük azalmaya ilaveten, Rusya vatandaşlarına ait banka hesaplardaki mevduatın da 2014 yılından 2018 sonuna kadar geçen sürede 5 milyar avro azaldığı söyleniyor.

Peki “tedbir penceresinden” bakıldığında Türkiye’de nasıl faaliyetler yapıldı? Doğu Akdeniz’deki “pasta bölme yarışına” dair yeni gelişmeler var mı? Gözden kaçmasına rağmen, 6 Kasım 2018 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde Doğu Akdeniz Oşinografi ve Limnoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi kuruldu. Doğu Akdeniz stratejisi üzerine eğilmesi gereken Türkiye için bu merkezin açılması, akademik anlamda çok önemli bir gelişme. Çünkü Türkiye’de bu bölgeyle akademik anlamda ilgilenecek bir merkezin kurulması, gerektiğinde rapor hazırlaması ve akademik danışmanlık yapması anlamına geliyor.

Bölgede GKRY’nin dışındaki güçler olan ABD, Rusya, Fransa, İtalya, Mısır, İngiltere, İsrail ve birçok devlet, gerek askerî temaslarla gerekse işbirlikleri ve ortak tatbikatlarla “bölgedeki varlığını devam ettirme” tedbirini uygulamaya çalışıyor. Bundan başka bilhassa Rum tarafı, bir oldubittiye getirme stratejisi takip ederek, Türkiye’yi ve Türkiye’nin uluslararası hukukî hak ve statüsünü görmezden gelerek Avrupalı petrol arama şirketlerini bölgeye davet ediyor. Fakat bu ülkelerin bazılarının sivil tabii kaynak arama gemilerini gayriresmî oldukları gerekçesiyle bölgeye yaklaştırmamakta olan Türk savaş gemileri, Türkiye’nin yok sayılarak hiçbir faaliyete girişilemeyeceğini pek çok kez, çeşitli parsellerde yaptığı önlemelerle gösterdi.

Bu meyanda, bölgede tabii kaynak araması yapan bir tek devlet söz konusu: Türkiye! Garantörlük statüsünün tartışmaya açılmaya çalışıldığı bu dönemde, Fatih Sondaj Gemisi ile tabii kaynak aramaya devam eden Türkiye, şimdilerde bu gemiye ikincisini eklemek üzere. Bu da Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki satranç tahtasında, pek çok engele rağmen sabırla iddiasını sürdürmekte ve hamlelerini yapmakta olduğunu gösteriyor. Bu durumun nereye kadar sürdürülebileceği sorulursa, uluslararası siyasî ve askerî konjonktürde en doğru zamanlamayı, en doğru kuvvetle yapan tarafın avantajlı olacağı açıkça söylenebilir.

Bir kesimin yaptığı propagandaya göre, Türkiye bir müddettir Fatih Sondaj Gemisi ile arama yapıyor ve bu aramalar sonucunda bir kova petrol bile bulabilmiş değil! Burada yapılan propaganda, petrol arama ve bulma faaliyetinin puan toplama faaliyeti gibi yansıtılmasıdır ve bu isnadın ne kadar yersiz olduğunun ispatıdır. Çünkü tabiatın hiçbir yerindeki petrol miktarı “bir kovalık” değildir! Diğer taraftan, sanki yakınıyormuşçasına Türkiye’nin bir kovalık(!) bile petrol bulamadığı propagandasını yapanların derdi, Türkiye’nin petrol bulamaması da değildir.

Bir başka soruyla devam edelim: Tabii kaynaklara ulaşmak ve binlerce metre derinlikte sondaj yapmak bu kadar kolay mıdır? Yani Doğu Akdeniz pastasının paylaşımında en önemli odak noktası olan enerji kaynağına ulaşmak, bir arazideki koordinatları belli olan düşman unsurları yok etmek kadar kolay bir şey midir? Hayır; tam tersine, bu çok zahmetli, sabır isteyen bir iştir. Tabii kaynağa ulaşıldığı zaman da, daha önceden alınması gereken tedbirlerin önemiyle yüzleşilecektir: Bu tabii kaynağın işlenmesi için gerekli olan tesis, bu tesisin altyapısı, bu kaynağın kullanım konsepti, işleme ve satış vizyonu, bu satış için gerekli olan doğru uluslararası referans ve aracılar, nakliye ve lojistik kaynaklarının tesis edilmesi… Görüldüğü üzere, Doğu Akdeniz tabii kaynaklarının en önemli meselelerinden biri de doğru bir yol haritasının çıkarılması. Zira bu süreç, saymakla bitmeyecek kadar çok kazançları olan bir süreçtir. Fakat zahmetsiz bir süreç de değildir. Tam tersine, bu kadar büyük kazanımlar için sabırlı olmak, çalışmak, emek vermek, insan yetiştirmek gerekiyor.

Doğu Akdeniz’deki askerî strateji ve uluslararası siyaset dengelerinin iniş-çıkışlarını veya geliş-gidişlerini belirleme hususunda kuvvet çarpanı çok yüksek olan tabii kaynaklar hem siyasî hem askerî hem de ticarî ve diplomatik enstrümanların ne kadar doğru kullanıldığına bağlı olarak sahibini âbâd edecektir. Bu bâbda, şu andan itibaren aşağıdaki hususlarda yapılacak yatırımlar, önümüzdeki en az 30 yıl boyunca konuşulacak olan Doğu Akdeniz üzerine politika geliştirenler için en kârlı yatırımlar olacaktır: Sivil denizcilik faaliyetleri tersaneler kurmak; üniversite kürsüleri veya enstitüleri kurmak ve geliştirmek; nitelikli entelektüel birikim sahibi denizcilik ve enerji personeline sahip olmak; bu konularla ilgili akademik tezler, çalışmalar ve raporlar yazmak; uluslararası sempozyum ve kongreler düzenlemek ve uluslararası sivil toplum eliyle bölgede varlık hissettirmek.

Kıbrıs hususunda 1964 öncesinde çeşitli sebeplerden dolayı “tedbiri terk eden” Türkiye, şu anda Doğu Akdeniz’le ilgili askerî strateji anlamında ne yapıyor? Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük tatbikatlarından biri olan Mavi Vatan Taktik Tatbikatı, Doğu Akdeniz’deki tedbir hareketinin bir parçası olarak planlanmış, başta Deniz Kuvvetleri olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “harbe hazırlık” konusundaki kabiliyetini ortaya koymak amacıyla icraya hazırlanmıştır. Fakat bu tatbikatın diğer pek çok tatbikattan daha farklı, alışılmadık bir tarafı var: Daha önceki tatbikatlar bir deniz havzasında icra edilirken, Mavi Vatan Taktik Tatbikatı Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de aynı anda icra ediliyor. Her tatbikatın belirlenmiş amaçları vardır. Bu tatbikatın en önemli amaçlarından biri de Türk Deniz Kuvvetleri’nin üç denizin üçünde de aynı anda harekât yapabilecek kabiliyetinin olduğunu göstermektir. Pek çok Avrupa ülkesinin yüksek teknolojiye dair nitelikli personelden yoksunluk sebebiyle limanlarda çürümeye terk ettiği donanmaları dikkate alınırsa, Türk Deniz Kuvvetleri’nin “dinamik” gücü daha iyi anlaşılır. Nitelikli personel gücünün en önemli tedbirlerden biri olduğu düşünülürse, “tedbirlerin terk edilmediği” görülebilir.

[A. Sefa Özkaya harp tarihi, askerî strateji ve İstanbul uzmanıdır]

[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/dogu-akdeniz-de-isinan-sular-ve-kibris-denklemi/1278755

Paylaş