Views: 0
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Barış Burcu, “Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün geçen 55 yıl sonrasında aynı minvalde devamının sürdürülebilir ve sağlıklı bir durum olmadığına” vurgu yaptı.
Burcu, bir BM belgesi olan Brahimi Raporu’nda da belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün adada görev yapması ve görevinin uzatılması kararlarının bütün dünyada olduğu gibi uzlaşmazlığın tüm taraflarının onayını gerektirdiğini ifade ederek, “Bu gerçeğin ve Kıbrıs Türk tarafının bu yöndeki taleplerinin raporda yer almaması ciddi bir eksikliktir” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Barış Burcu, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in BM Güvenlik Konseyi üyelerine dağıtılan ve adada bulunan Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün (UNFCYP) görev süresinin uzatılması hakkındaki raporunu değerlendirdi.
Burcu, bu raporda, çözüm odaklı olmayan ve sonu gelmeyen süreçlerin artık son bulduğunu ve müzakerelerin öngörülebilir bir gelecekte (foreseeable horizon) ele alınması gerektiğine yeniden işaret edilmesinin; Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın öteden beridir bu yönde ortaya koyduğu tespitlerle örtüştüğünü kaydetti.
Barış Burcu, “Heüz resmileşmemiş bu raporla ilgili ilk değerlendirmelerimizi yaparken, 30 Ocak’ta rapor kesinleştikten sonra değerlendirmelerimizi ayrıca yapacağımızı ifade etmek isteriz” diyerek, şu değerlendirmede bulundu:
“Sayın Guterres’in raporunun içeriğinden, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün görev süresinin bir altı ay daha uzatılacağı anlaşılmaktadır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Mustafa Akıncı’nın daha önce de belirttiği gibi, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün görevinin sonlandırılması beklentisini bu aşamada gerçekçi bulmuyorduk. Yine de, belirtmek isteriz ki 8 Mart 1964 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 186 numaralı kararla adamızda varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün geçen 55 yıl sonrasında aynı minvalde devamı sürdürülebilir ve sağlıklı bir durum değildir.
Bir BM belgesi olan Brahimi Raporu’nda da belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün adamızda görev yapması ve görevinin uzatılması kararları bütün dünyada olduğu gibi uzlaşmazlığın tüm taraflarının onayını gerektirmektedir. Bu gerçeğin ve Kıbrıs Türk tarafının bu yöndeki taleplerinin raporda yer almaması ciddi bir eksikliktir.
Bunun yanında geçtiğimiz son altı aylık dönemde, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün bütçesinin önemli bir kısmı Kıbrıs Rum tarafı ve Yunanistan’ın katkılarıyla karşılanmaktadır. Bu durum taraflar arasında eşit mesafede durması gereken Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün yansız davranması için engel teşkil eden bir çıkar çatışmasına (conflict of interest) yol açmaktadır.
Sayın Guterres’in raporuna yansıttığı öneri ve tespitlerin bir çoğu aslında Kıbrıs Türk tarafının bugüne kadar savunduğu, önemsediği ve yapılması için politik irade ortaya koyduğu, ayrıca uygulamada somut adımlar attığı hususlardır.”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Barış Burcu, 28 Mayıs 2015 tarihinde iki liderin mutabık kaldığı Güven Artırıcı Önlemler çerçevesinde bugüne kadar çoktan yapılması gereken cep telefonlarının karşılıklı olarak adanın her iki tarafında kullanılabilmesi ve iki tarafın elektrik şebekelerinin kalıcı olarak bağlantısının yapılabilmesi için Kıbrıs Türk tarafının sürekli çağrıda bulunduğunu da belirterek, buna mukabil Rum tarafının bu kararları birlikte almalarına rağmen uygulamaya konmasına malesef olanak tanımadığını kaydetti.
Burcu, şöyle devam etti:
“Raporda bu hususlara değinilmekle birlikte sorunun nereden kaynaklandığı yine açıkta bırakılmaktadır. Bir kez daha vurgulamakta yarar görüyoruz ki,Kıbrıs Türk tarafı olarak her iki Güven Artırıcı Önlemin de bir an önce uygulanmasına hazırız.
BM Genel Sekreteri Guterres raporunda, adamız etrafında bulunan doğal gazla ilgili olarak sadece hakkımız olduğunu tespit etmiştir. Oysa bu hakkın nasıl kullanılacağı önemlidir. Asıl yapılması gereken, Rum tarafının tek yanlı girişimlerden vazgeçip bu alanda her iki toplum arasındaki iş birliğine olanak tanıyan yeni ve yapıcı bir anlayışa teşvik edilmesidir.
Genel Sekreter’in raporunda geçiş kapılarının açılmasına karşı çeşitli gösterilerin yapıldığı belirtilmesine rağmen bunların hangi tarafta veya kimler tarafından yapıldığına dair açık bir ifadelendirme yer almamaktadır. Burada raporun doğru bir biçimde vurgulanması beklentisi içerisinde olduğumuzu belirterek, Derinya ve Aplıç kapılarının açılması aleyhine Kıbrıslı Türklerin herhangi bir protestosunun olmadığını bu vesileyle belirtmek isteriz.”