Views: 0
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Kıbrıs Türk tarafının nabzının her zaman barıştan, çözümden, işbirliğinden yana attığını vurguladı.
“Biz her zaman halklar arasında barış içinde, dostane ilişkilerin savunucusu olduk” diyen Akıncı, stratejik tercihlerinin elbette Kıbrıs’ta çözüm olduğunu ama bunun sadece kendilerine bağlı olmadığını söyledi. Akıncı, en başta Kıbrıs Rum tarafının ciddi bir fikir dönüşümüne ihtiyacı bulunduğunu yineledi.
Akıncı, “Kıbrıs’taki iki taraftan birini, tüm Kıbrıs’ın tek yasal sahibi sayıp diğer toplumu dışlayan, izole eden anlayışlarla çözüme değil, statükonun devamına hizmet edildiği artık anlaşılmalıdır” dedi.
20 Temmuz Barış Harekatı’nın 44’üncü yıl dönümü etkinlikleri, 21 pare top atışı ve Cumhurbaşkanı Akıncı’nın BRT’den yaptığı konuşmayla başladı.
Cumhurbaşkanı Akıncı, 20 Temmuz 1974’ün üzerinden tam 44 yıl geçtiğine, o gün doğan çocukların bugün artık 44 yaşına bastığına işaret ederek, DPÖ verilerine göre 0-44 yaş kuşağının toplumun yüzde 62’sine tekabül ettiğini söyledi.
“ASKERİ MÜDAHALE DURUP DURURKEN MEYDANA GELMEDİ”
“Olaya bu çerçevede baktığımızda o gün henüz hayatta olmayan insanlarımıza o günün ne anlama geldiğini bir daha anlatmak; yaşı daha büyük olanlarımıza ise kısaca anımsatmak görevimizdir diye düşünüyorum” diyen Akıncı, 20 Temmuz’daki askeri müdahalenin durup dururken meydana gelmediğini, Rum tarafı yakın tarihi hep 20 Temmuz 1974’ten itibaren yazmak istese de gerçeğin böyle olmadığını vurguladı.
Bu tarihin bir de 5 gün öncesi olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Akıncı, şunları anlattı:
Değerli Yurttaşlarım,
20 Temmuz 1974 gününün üzerinden tam 44 yıl geçti. O gün doğan çocuklar bugün artık 44 yaşına basmış bulunuyor. DPÖ verilerine göre 0-44 yaş kuşağı toplumumuzun %62’sine tekabül etmektedir. Olaya bu çerçevede baktığımızda o gün henüz hayatta olmayan insanlarımıza o günün ne anlama geldiğini bir daha anlatmak; yaşı daha büyük olanlarımıza ise kısaca anımsatmak görevimizdir diye düşünüyorum.
20 Temmuz 1974 günü yer alan askeri müdahale durup dururken meydana gelmiş değildir. Rum tarafı Kıbrıs’ın yakın tarihini hep 20 Temmuz 1974’ten itibaren yazmak istese de gerçek durum böyle değildir. Bu tarihin bir de 5 gün öncesi vardır. 15 Temmuz günü Yunanistan’daki Faşist Albaylar Cuntası Kıbrıs’ta yapmış olduğu darbe ile Makarios’u devirmiş, yerine de Kıbrıslı Rum faşist Nikos Samson’u getirmişti. Kıbrıs Rum Televizyonu Yunan milli marşı eşliğinde Enosis’e gidilmekte olduğunun müjdesini vermekteydi.
Eğer Türkiye gecikmeden bu adımı atmasaydı, darbe kökleşecek ve kısa süre sonra dünyada da kabul görmeye başlayacaktı. 20 Temmuz’da gerçekleşen askeri harekat adanın Yunanistan’a bağlanmasını engellediği gibi, Rum toplumunun kendi seçtiği liderlerin yeniden görevlerine dönmesine ve Yunanistanda da cuntanın devrilmesine, sivil yöneticilerin işbaşına gelmesine vesile olmuştur.
Kuşkusuz o günden bu yana geçen 44 yılda Kıbrıs’ta tüm tarafların rızasıyla adil bir çözüme ulaşmak en iyisi olurdu. Ne var ki yıllar içerisinde ortaya çıkan fırsatlar cömertçe harcandı. Rum yönetiminde Dışişleri Bakanlığı yapmış ve eski Rum lider Kiprianu ile anlaşmazlığa düşerek istifa etmiş olan Sayın Rolandis çeşitli yazılarında Rum tarafının yanlış tutumu nedeniyle yitirilen fırsatların oldukça kabarık olan listesini yayınlamaktadır. Bunun ötesinde 2004 yılında Annan planı referandum aşamasına kadar gelmişken, çözümün nasıl engellendiğini bilmeyen yoktur. Kıbrıs Türk halkının %65 oranında plana verdiği destek Rum toplumunun %75 ret oyu ile karşılıksız kalmıştır. Son olarak bir yıl önce Crans Montana’daki konferansta yaşananları ise aslında tekrarlamaya gerek yoktur. Orada da çözümü hangi tarafın istediği, kimin destek, kimin köstek olduğu gerek BM gerekse diğer taraflarca görülmüştür. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; bu gerçek görüldüğü, bilindiği halde konferans sonrasında Birleşmiş Milletler raporuna yansıtılmaması, Rum tarafı ile Kıbrıs Türk tarafının sonuçtan aynı derecede sorumlu gösterilmesi tam bir haksızlık oluşturmuştur.
Değerli kardeşlerim,
Crans Montana konferansının olumlu bir sonuç üretmeden kapanmasından bu yana bir yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu geçen süre içerisinde ne yazık ki Rum tarafının olumsuz yaklaşımları devam etmiştir. En başta Kıbrıs Türk Toplumunun Avrupa Birliği normlarına uyumunu sağlamak için oluşturulan komitenin çalışmaları Rum tarafının talebi ile askıya alınmıştır. Bu komite çalışmaları çerçevesinde Avrupa Birliği’nden teknik uzmanlar gelmekte ve bizim kurumlarımızla eğitici çalışmalar yapmaktaydı. Bu çalışmaları durdurmanın hiçbir mantıklı izahı yoktur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımasalar da kurumlarının AB standartlarına ulaşmasının kimseye zararı yoktur. Tersine tüm taraflar için yararlı bir gelişme olur. Bu noktada Rum tarafının talebine boyun eğen AB Komisyonunun bu yanlış tutumunu da eleştirmek gerekir. Bu tavırlarının Avrupa’nın değerleri ile bağdaşan hiçbir yanı yoktur.
Kıbrıs’ta çözüm olsa da olmasa da, müzakere yapılsa da yapılmasa da, iki toplum arasında iletişimin önemi yadsınamaz. Bu bağlamda cep telefonlarının her iki tarafta da çalışabilir olması konusunda yapılan tüm teknik çalışmalar olumlu bir noktaya ulaşmış olmasına rağmen, Rum liderliğinin son aşamada ortaya attığı sözde yasal engel mazereti yüzünden onca emek heba olmuştur.
İki tarafın elektrik şebekelerinin kalıcı olarak birbirine bağlanması üzerinde mutabık kaldığımız diğer bir önemli husustu. Böylece sistem genişleyecek, yakıt giderleri ve dolayısıyla masraflar azalacak, fiyatlar düşecekti. Bir tarafta zorunlu elektrik kesintisi olduğunda otomatik olarak diğer taraftan beslenecek, sisteme daha çok güneş enerjisi bağlanabilecek, bu gelişmeden her iki taraf da kazançlı çıkacaktı. Uzlaşmamız bu olduğu halde bunu da çözüm sonrasına ertelemeyi tercih ettiler. Çözümün kendiliğinden gelmeyeceğini, bu gibi işbirliği projeleri yaşam buldukça çözüm şansının artacağını görmek istemediler.
Değerli kardeşlerim,
Bu konuşmamın, Rum tarafını suçlamak amacı ile programlanmış bir konuşma olarak değerlendirilmesini istemem. Ama bazı gerçekleri sizinle paylaşmamın zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu adada birlikte var olabilmenin koşullarını yaratmanın başında karşılıklı güveni sağlamanın geldiğini anlamak gerekiyor. Bunun için Rum tarafında gerçekten bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardır. Bu durumu yeri geldikçe vurguluyorum. Ama ne yazık ki anlamak istememekte direniyorlar.
İki yıl önce Kuzey Kıbrıs’tan patates alıp Güneyde satmak isteyen Rum tüccara yapılan saldırıyı, birkaç ay önce buradan yeşil hat tüzüğü çerçevesinde giden karo mozaiklerin kullanıldığı yerden sökülmesini izah etmek olanaksızdır. Fiyat farkı nedeniyle Kuzeyden alınan akaryakıta karşı getirilen çağdışı yasaklamayı da, “eğer gelirsek okullarınızı tanımış oluruz” diyerek öğretmen ve öğrencilerine Kıbrıs Türk okullarını ziyaret etmeyi yasaklayan anlayışı da onaylamak mümkün değildir.
Son olarak AGİT çerçevesinde iki toplumdan gazetecilerin birlikte gerçekleştirmeye çalıştığı bazı sözcük alternatiflerine karşı takınılan olumsuz tavırdan da söz etmek gerekir. Önyargı ile peşinen karşı çıkmak yerine, bu konu hakkında bir diyaloğun gelişmesine fırsat vermek daha doğru olmaz mıydı?
Değerli yurttaşlarım,
Crans Montana sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres tarafların bir durum değerlendirmesi yapmasını ve eğer taraflar istekliyse kendisinin yardımcı olmaya hazır olacağını belirtmiştir. Tarafların düşüncelerini ve bundan sonraki yol haritasını saptamak açısından bir yetkiliyi geçici bir misyonla görevlendirmiştir. Yeni bir daimi özel danışman, yani yeni bir “Espen Eide” olmayacağı söylenen Sn. Lute 23 Temmuz’da Kıbrıs’ta olacak ve bizimle görüşecektir. Sayın BM yetkilisinin tarafların nabzını tutmak için Kıbrıs’ta iki liderin yanı sıra garantör ülkeleri de ziyaret edeceği bilinmektedir.
Değerli kardeşlerim,
Bilinen ve aslında kanıtlanmış bir gerçektir ki bizim nabzımız her zaman barıştan, çözümden, işbirliğinden yana atmıştır. Biz her zaman halklar arasında barış içinde, dostane ilişkilerin savunucusu olduk.
Savaşların, kan ve gözyaşı demek olduğunu, toplumların ancak barış ortamlarında gelişebileceğini ve kalkınabileceğini iyi biliyoruz. Bu amaçla Adamızda karşılıklı kabul edilebilir bir anlaşmayla kalıcı barış koşullarını yaratmak için her türlü çabayı harcadık. Kıbrıs Türk halkı olarak, 2004 referandumunda da, Crans Montana konferansında da ve nihayet Rum liderliğine 30 Nisan 2018 tarihinde yapmış olduğum çağrı ile de çözüm irademiz defalarca kanıtlanmıştır. Çünkü bizim çözüm hedefimiz, tatiksel bir manevra değil, stratejik bir tercih anlamında olmuştur. Bu hedefe varılamamışsa bundan sorumlu olan biz değiliz.
Her zaman vurguladığımız bir gerçeğin yeniden altını çizmek isterim. Bir yerde sorun varsa, çözüm için arayışlar da devam edecektir. Ancak 50 yıldır devam eden arayışların neden sonuç vermediğini de başta BM olmak üzere tüm tarafların ciddiyetle sorgulamasının vakti gelmiş ve geçmiştir.
Kıbrıs’taki iki taraftan birini, tüm Kıbrıs’ın tek yasal sahibi sayıp diğer toplumu dışlayan, izole eden anlayışlarla çözüme değil, statükonun devamına hizmet edildiği artık anlaşılmalıdır.
Biz stratejik tercihimiz doğrultusunda makul bir çözümün tüm taraflar için yararlı olacağı inancıyla ve sürekli altını çizdiğim gibi, eşitlik, özgürlük ve güvenlik ilkelerinden ödün vermeden kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.
Ancak 50 yıllık müzakere sürecinin bir daha aynı çerçevede, ucu açık, sonuçsuz, takvimsiz olarak devam edemeyeceğini, böyle bir sürecin parçası olmayacağımızı bir kez daha belirtmeyi görev biliyorum.
Statükonun sürdürülmesinden başka bir işe yaramayacak olan yaklaşımlardan uzak duracak, bugüne kadar ortaya koyduğumuz tavırlarla tutarlı olacak bir çerçevede haklarımızı en iyi şekilde koruyacak bir tutum içinde olacağız. Hiç kuşkusuz Hükümet, siyasi partiler, muhalefet, sivil toplum ve Türkiye yetkilileri ile de istişareyi ihmal etmeyeceğiz. Her durumda son söz elbette halkımızın olacaktır.
Değerli Yurttaşlarım,
Hiç akıldan çıkarılmaması gereken en önemli konu, bizim sürekli “çözüm” bekler bir durumda hareketsiz olamayacağımızdır. Bu dönemleri çok yaşadık; artık bundan da dersler çıkarmamız gerekir. Her şeyi çözüm sonrasına erteleyerek, bekleyişe geçmek, gerçekçi bir anlayış değildir.
Stratejik tercihimiz elbette Kıbrıs’ta çözümdür ama bu sadece bize bağlı değildir. En başta Kıbrıs Rum tarafının ciddi bir fikir dönüşümüne ihtiyacı vardır. Bunu söylediğim zaman rahatsızlık duyanlar oluyor. Ama bu bir gerçektir. Bu konuşmamın içeriğinde bile ve sadece Güven Yaratıcı Önlemler çerçevesinde sergiledikleri olumsuz tutumlara bakarak, talebimin ne kadar haklı olduğunu görmek mümkündür.
Dilerim ki Rum tarafında önümüzdeki dönemde yeni bir anlayış hakim olsun ve kalıcı adil bir çözümün yolunu açabilelim.
Bu olur ya da olmaz hiç ihmal etmememiz gereken ise kendi içimizde ekonomimiz ve demokrasimizle, daha üst bir seviyeye çıkmak yönünde canla başla çalışmak olmalıdır. Bir çok sorunumuzun temelinde Kıbrıs sorunu olmakla birlikte Kıbrıs sorunundan bağımsız olarak da yapabileceğimiz çok şey vardır; bunları yapmalıyız, yapabiliriz, başarabiliriz.
Kıbrıs Türk halkı olarak geçmişimizde çok başardıklarımız vardır; bunu bugün de yarın da başarabiliriz.
Bu düşüncelerle 20 Temmuz Barış ve Özgürlük bayramınızı kutluyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Böyle bir günde şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimizi saygı ile selamlıyorum.