Dikkatinizi çekerim…

37
reklam alani

Bunu da Mart ayında bu sütunda paylaşmışız… Okuyalım…

Öğrencilik günlerimizde İstanbul’da neler yapmakta olduğumuzu bilmeyen yok! Hem biz anlattık, hem de konuşuluyor. O minval üzere, o zamanlar bizim ideolojik şekillenmelerimizde çok payı olan Ürün dergisinin koleksiyonunu, birkaç sene önceki bir kitaplık düzenlememde, attım. Yazı işleri müdürü ile ahbaplığım ve ilişkim devam ediyor ama… “Günü geçti” sanmıştım. Geçmemiş…

O zamanlar ben, KÖGEF’in “dış ilişkilerinden” sorumlu idim… Örgütümüzün dışındaki ilişkiler… Onun için o gün için Türkiye’de baş veren 65’ten fazla “sol fraksiyon”un, her birini de ayrıntısına kadar bilir, takip ederdim. Örneğin: Dev Yol ile Dev Sol’un farkı nedir? Hepsi de “Mahirci” olmakla beraber, KURTULUŞ’un bunlardan farkı ne? TİP ile TKP neden anlaşamıyorlar da TSİP’in onlardan ne farkı var? Laz İsmail’in DOKTOR’a düşmanlığı nedir? Kıvılcımlı Nazım Hikmet’e neden söver? Da Ahmet Saydan kod adlı Aram Pehlivanyan, nerden nere Nazım Hikmet’i Troçkist kabul eder ve parti kurucusu Mustafa Suphi’nin akıl hocası olduğu kesin olan Mirseyit Sultangaliev nasıl hem Bolşevik ve hem de Turancı olabiliyor? Nedir bu işin “esbab-ı mucibesi”?

Bu konuların, uzmanıydım… Olmalıydım da… Neden?

Çünkü her Salı günü İstanbul Taksim’deki TÜTED ( Devrimci Memurlar Derneği’nin kod adıydı) merkezinde, şehirdeki bütün “sol” örgütler toplanır, önümüzdeki haftanın eylem programını yapardık. Herkes meşrebine göre bir şey önereceği için de önerilenin altında ne yattığını anlayabilmek için, önerenin fikirsel yapısını bilmeliydik. O toplantılara kimler katılıyordu, aklınız durur! Kimleri tanıdım o toplantılarda? 27 Mayıs ihtilalcısı dönemin Tabii Senatörü Ahmet Yıldız meselâ… Halkevleri’ni temsilen gelirdi. Dev Sol’un ilahı Bülent Uluer… Rahmetli TÖB DER şube başkanı Talip Öztürk… Sonradan Türkiye Komünist Partisi MK üyesi olduğu meydana çıkan Erdal Talû… Makine Mühendisleri Odası’nı temsilen gelirdi. Daha çoğu var, konu o değil…

Pazartesileri biz kendi aramızda toplanır orada ne konuşacağımızı kararlaştırır, Salı akşamları da hep beraber oraya gider “siyasetimizi” savunurduk. “Maocular” haricinde herkes o toplantılara temsilci gönderirdi. Arada iki de Kürt kuruluşu vardı: DDKD (Doğu Devrimci Kültür Dernekleri Federasyonu) ve HDKD (Halkçı Devrimci Doğu Kültür Dernekleri)… Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun sorunlarını da onlar “platforma” getirirler, hep beraber değerlendirir, hep birlikte eylem koyardık.

Derken bir gün, bizim İGD’nin yayın organı İlerici Yurtsever Gençlik gazetesinin Diyarbakır Bölge sorumlusu, vurulup öldürüldü. Biz ülkücüler yaptı sanırken, bir de ortaya çıktı ki bir Kürt örgütü adına işlenmiş o cinayet… “Bre! Nedir?” derken, bizim platformdaki Kürt yoldaşlarımız bize anlattılar ki önceden Dev Genç’te yer alan bir “yoldaş”ları, kafayı değiştirmiş, “Burası” diyormuş, “Kürdistan! Türkler bu işe karışmasın!” Bir de parti kurmuş, Partia Kerkeren Kurdistan (Kürdistan İşçi Partisi) Marxist Leninist yoldan silahlı devrim yoluyla, Kürt meselesini çözecekmiş!”Türkler”miş, “köstek de olmasınlar, destek de…”

İyi de partinin adını “işçi” koydun ama “Kürdistan”da işçi yok… Önce sanayi yok ve sonra tarımda da aşiret ağalık düzeni sürüyor, tarım işçisi de yok! Olanlar, “maraba”, serf yani… Ayrı ve birleşik bir “Pazar” da yok ki onun etrafında bir “ulus” ortaya çıkmış olsun… Bölgeyi ayıran doğal coğrafi sınırlar da yok! Ulus da yok! Karslı Kürt, Diyarbakırlıyı anlamaz, Kırmançi, Zaza’yı, Barzani, Soraniyi! Hiçbiri de bir diğerini… Ulusal bir ortak dil de yok… Aşiretler konfederasyonu, modern bir ulus değil ki! Kürt burjuva yok mu? Var ama İstanbul’da…

Hani da marxist ve dahi leninisttik? Sınıf nerde bu hesapta?

Bizim DDKD’ciler ve HDKD’ciler de birbirlerine düştüler… Herkes, herkesle tartışmaya başladı…

Mesele fakr-ü zaruret miydi? Toroslardaki Yörükler, Kürtler’den daha fakirdi ona bakarsanız…

Uzatmayalım… Döndük literatüre baktık… “Devrimci” mücadeleyi böyle soy sop ilişkisine bağlayan bir hareket var mıydı bundan önce? Vardı… Rusya’da! Rusya’daki bazı “devrimci” Yahudiler, “bize kimse karışmasın, Yahudi’nin halini Yahudi’den başkası anlayamaz” diye böyle soy sop ilişkisine dayalı bir örgüt kurup adını da BUND koymuşlar, Lenin bunları yerden yere vuruyor. “BUNDÇULAR” diyor, ağzından on Bundçu daha çıkıyor…

“Bu” diyor, “devrimcilik falan değil, bildiğiniz milliyetçiliktir ve üstelik ortada o anlamda bir ulus da yoktur…” Kavmiyetçilik, demek istiyor. Etnik şovenizm! Ulusal sınıfları yok, ortak Pazarı yok, ortak dili yok, ortak toprağı yok! Tarihsel olarak da hiç var olmamış… Ne paylaştığı bir ortak tarih ne de gönülden benimsediği bir ortak gelecek tasavvuru var!

“Ve” diyordu usta, “ bir azınlık böyle bir etno-santrik örgütlenmeye, devrimci kılıflar arkasına girerek de saparsa, bunun sonucu, büyük halkın milliyetçiliğini kışkırtmaktır. O bakımdan bu türden hareketler, halkların kardeşliğine değil, tam tersine hizmet ederler.” (mealen) Önce kendi halklarını ezdirirler, sonra da büyük halk arasında kendilerini destekleyenleri, destekleyemez konuma sokarlar!

Söyledik… Yazdık da…  Dönemin Ürün dergisi koleksiyonunu muhafaza edenler, açsın baksın bakalım o ilk dönemde ne denildi? Nasıl tavır alındı… Bunlar nasıl teorik açıdan dağıtıldı!

Şimdi dedik ya: “ Felsefesini bilmeden “solcu” kesilen bir “düşüncesiz sol” türedi bu memlekette” Ve dikkati de çektik ya: “Bunlar kendi milliyetçilikleri ile mücadele etmeyi, karşıt milliyetçiliğin peşine takılmak sanmaya başladılar” diye?

Helen milliyetçiliği kesmedi galiba… Kendi ulusuna sövmeyi, devrimcilik falan sanıyorlar…

Önemle dikkatinizi çekerim. Otuz yıldır hiçbir ideolojik önderlik yapmayan, yapılmasına da fırsat vermemek üzere her türlü koltuk sevdası ile utanmadan “sol satanlar!”

Ha şimdi bunlara, oy kaygısı ile kendi kanını bile satabilecek düzeyde birkaç da kifayetsiz muhteris eklendi, sadece kendilerini olsa bir şey değil; memleketi felâkete sürüklemekten, zerre kadar endişeleri yok!

Her meseleyi, “bu işi nasıl suistimal edip birkaç oy daha devşirerek, koltuğu elde tutabilirime” çeviriyorlar.

Karşı olmaları lâzım gelen “düzene” karşı değiller çünkü nemalarını haspalanıyorlar; şimdi artık topluma karşıdırlar… Lümpenleştiler… Topluma düşman hale geldiler…

Her durumu demagoji ile idare edip, aman koltuğuma zarar gelmesin, teneşire yatana kadar bu alem sürsün diye çırpınanlar, size söylüyorum: Benden önce giderseniz, arkanızdan yürümeyeceğim. Ben erken davranırsam da sakın siz de gelmeyin…

Nazım Beratlı – Kıbrıs Postası

Paylaş