Eroğlu: Başka çare kalmamıştı, KKTC’nin ilanı çok haklı bir karardır.

67
reklam alani

Kıbrıslı Türklerin bağımsız devlet ilanını çok haklı bir karar olarak niteleyen ve “KKTC bugün de bizim en büyük gücümüzdür” diyen Üçüncü  Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Kıbrıs Rum tarafı işi üniter devlet istemeye kadar vardırınca, egemenlik ve eşitliklerini asla çiğnetmeyeceklerini ortaya koymak zorunda kaldıklarını söyledi.

İlk milletvekili seçildiği 1976’da kabineye Eğitim, Öğretim ve Kültür İşleri Bakanı olarak giren; 1985 ile 2010 arasında 8 hükümette başbakanlık, 12 dönem UBP Genel Başkanlığı yapan ve 2010-2015 yılları arasında KKTC’nin Üçüncü Cumhurbaşkanı olarak devletin en üst seviyesinde bulunan, 80 yaşındaki Derviş Eroğlu, 15 Kasım 1983’ün tarihi bir gün olduğunu ifade etti.

KKTC’nin ilanını kabul eden Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nde UBP Milletvekili olarak yer alan Eroğlu, o günü anlatırken “Tek ses, tek kalp olarak cumhuriyetin doğuşunu izlemek muhteşem bir olaydı” diye konuştu.

Eroğlu, gelecekten umutlu olduğunu da ifade ederek, halka güvendiğini belirtti; halktan tek isteğinin KKTC’yi yaşatıp yüceltmesi olduğunu vurguladı.

Üçüncü Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, 15 Kasım, KKTC’nin ilanının yıl dönümü nedeniyle TAK muhabirlerinin sorularını yanıtladı.

Soru: 15 Kasım’a nasıl gelindi? Devlet ilanına nasıl bakıyordunuz? 

KKTC’nin ilanına gelinmesinin başlıca sebebi Rum tarafının çözüme yönelik çarpık, gerçek dışı, hayalci tutumudur. Biliyorsunuz o dönemde Rum Yönetimi’nin başında Spiros Kiprianu vardı ve kendisi açıkça “üniter bir devlet istediğini, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden asla taviz vermeyeceklerini” söylüyordu.  Önce o dönemde bayağı etkin olan NATO ve Varşova Paktı dışındaki ülkelerin oluşturduğu Bağlantısızlar Hareketi’nde kendi görüşleri doğrultusunda bir karar aldırttı, daha sonra ise Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının tüm uyarlarına rağmen BM Genel Kurulu’ndan benzer bir kararın çıkmasını sağladı. Oysa aynı Kiprianu, Rum lider Makarios’un ölümünden sonra 1979 yılında Denktaş Bey’le bir doruk anlaşmasına imza atmış, federal çözümü kabul etmişti. Ancak, Bağlantısızlar’da ve BM Genel Kurulu’nda alınan kararlar bizim bir federal çözüm için olmazsa olmaz olarak nitelendirdiğimiz siyasi eşitliğimizi, yönetime etkin katılma isteğimizi tamamen ortadan kaldıracak içerikteydi. Dolayısıyla yapmamız gerekenin egemenliğimizi, eşitliğimizi dünyaya ve Rum tarafına somut adımlarla göstermek olduğu yönünde bir süredir gazetelerde yazılanları, özellikle sağ kesim diyebileceğimiz kesimde konuşulanları hayata geçirmek olduğu yolundaki kanaatler artık pekişiyordu. Bunun da bir devlet ilanı olduğu netti.

Ben devlet ilanına olumlu bakıyordum tabii ki. Yapılan tartışmaları, gazetelerde yazılan çizilenleri ilgiyle okuyor, arkadaşlarımla sohbetlerimde artık başka çare kalmadığını, Rum’a, 1974 öncesine asla dönmeyeceğimizi ve ne istediğimizi göstermek için bağımsızlık ilan etmemiz gerektiğini ifade ediyordum.

“DENKTAŞ ‘SİZE BİR MÜJDEM VAR, YARIN DEVLETİMİZİ İLAN EDECEĞİZ’” DEDİ

Soru: 14 Kasım gecesi KTFD Başkanı Rauf Denktaş, Meclis’teki 40 milletvekiline sarayda yemek verdi ve ertesi gün bağımsız devlet ilan edileceğini resmen açıkladı. O yemekte siz de vardınız. Neler yaşandı, neler konuşuldu ve sizin tavrınız nasıldı? Denktaş’ın farklı düşünenlere yönelik tavrı nasıldı ve nasıl ikna edildiler? Bu konularda hafızanızda neler var?

Evet o yemekte ben de bir UBP milletvekili olarak vardım. Hiç unutmuyorum; Denktaş Bey saat 22.30 sıralarında bir telefon konuşması yapacağını söyleyerek odadan çıktı ve geri döndüğünde “Size bir müjdem var. Yarın devletimizi, bağımsızlığımızı ilan edeceğiz” dedi. Biz UBP milletvekilleri olarak tabii ki memnun olduk. Heyecanlandık. İçimiz coştu. 1950’li, 1960’lı yılların zorlukları ve yaşadıklarımızın ardından devlet noktasına gelmek bizim için çok önemli bir gelişmeydi. Coşmamak, sevinmemek bizim için söz konusu olamazdı. Dolayısıyla bizler Bağımsızlık Bildirgesi’ni hemen orada imzaladık. Ancak herkesin bildiği üzere CTP ve TKP’li milletvekilleri bağımsızlığa, devlet ilanına karşı çıktı. Sert tepki ortaya koydular.

“DENKTAŞ ‘SİZ ZANNETMEYİN Kİ HEM HAYIR OYU VERİP HEM DE O MECLİS’TE OTURACAKSINIZ’ DEDİ”

Denktaş Bey bu tepkileri üzerine artık kararın verildiğini belirten ifadeler kullandı ve “Yarın Meclis’te oylama olacak. Siz zannetmeyiniz ki hem hayır oyu vereceksiniz, hem de o Meclis’te oturacaksınız” dedi. Bir de telefon bağlantılarının kesildiğini açıkladı. Dolayısıyla karşı olanların oraya, buraya telefon açıp kararı erteletme şansları ellerinden alındı. Ve yine herkesin bildiği üzere CTP ile TKP çaresizlik içinde yaptıkları toplantılarda istemeyerek de olsa, içlerine sinmese de bağımsızlık ilanına “evet” dediler.

Bana göre bugün yaşadığımız sıkıntıların temelinde hâlâ bu hatalı, bağımsızlık ilanına karşı hazımsızlığın etkileri vardır. Oysa bir halkın dünyaya ulaşabileceği en ileri seviye bağımsızlık ilanı, kendi kendini idare ettiği bir devlet sahibi olmaktır. Hâlâ bugün CTP ve TKP’nin özellikle belirli unsurlarının Rum tarafının uzlaşmazlığına, Rumlar hemen hemen tüm anlaşma metinlerini reddetmelerine rağmen KKTC’ye soğuk bakmalarına bir anlam veremiyorum.

Bağımsızlık ilanına karşı olanlar rahat durmadılar. 14 Kasım 1983 gecesi Egemen İngiliz Üsleri üzerinden dünyaya ulaşmaya ve KKTC’nin ilanına engel olmaya çalıştılar. Dış dünya ile bağlantılar kesildiği için bunda başarılı olamadılar. Dönemin Türkiye Lefkoşa Büyükelçisi İnal Batu’ya gidip Denktaş Bey’i şikayet ettiler ama ondan “Denktaş Bey bu kararı vermişse biz destekleriz” yanıtını aldılar. CTP ve TKP yetkili organlarında konuyu tartıştırdılar ama oralardan çıkan sonuç Meclis dışında kalmamak için KKTC’nin ilanına onay vermek oldu. Yani, istemeye, istemeye de olsa, bana göre siyasi iki yüzlülük yapılarak onay verildi. Verildi, ama bir türlü KKTC içe sindirilmedi. Bu iki parti federasyon olmazsa kendilerinin siyasi olarak yaşayamayacağı düşüncesindedir. Bana göre dün de bugün de hatalı düşünüyorlar ve yaptıkları ile Rum tarafının uzlaşmazlığını artırıyorlar.

Soru: KTFD sürecinde neden ayrı devlet/bağımsızlık tartışılmaya başlandı? Türkiye’nin tutumu bu süreçte nasıldı? UBP içinde durum neydi? Yetkili organlarla değerlendirmeler yapıldı mı, neler konuşuldu bu toplantılarda?

Siyasette istekleriniz, hedefleriniz, yapmak istedikleriniz ve yapabildikleriniz çok farklıdır. Yapabildikleriniz zamana, zemine, konjonktüre, olanaklarınıza bağlıdır. 20 Temmuz 1974’ün sonrasında Türkiye’ye Amerika Birleşik Devletleri tarafından silah ambargosu uygulandı. Bedel ödetilmeye çalışıldı. Oysa Türkiye olmasaydı, Kıbrıs Yunan olacaktı. Darbeciler Kıbrıs Helen Devleti’ni ilan etmişti. Ve biliyorsunuz Türk tarafı Barış Harekatı’nın birinci aşamasından sonra Cenevre’de düzenlenen konferansta önemli açılımlar yapmıştı ama Rum tarafı buna olumlu yanıt vereceği yerde Türk askerinin henüz gitmediği yerlerdeki Türk yerleşim birimlerine saldırarak karşılık verdi. O nedenle Barış Harekatı’nın ikinci aşamasına geçildi ve bugün üzerinde devlet kurduğumuz sınırlarımız çizildi. Rum-Yunan ikilisi 1974-1983 arasında da benzer bir tutum izledi. Sanki hiç bir şey olmamış gibi 1974 öncesine dönüşü talep etti. Hatta daha da gerilere gitti. 1960’ta kurulan devlet, fonksiyonel federasyon olarak nitelendirilirken Rum tarafı üniter devlet ister duruma geldi. Oysa biz 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan ederken iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı bir federasyonun kurulacağını düşünmüştük. Beklentimiz Rumların da federal devletin Rum kanadını kurması, bunu düşünmesi ve benimsemesi idi ama olmadı. Rum tarafı üniter devlet istemeye kadar işi vardırınca biz de Rum idaresine girmeyeceğimizi, en az Rumlar kadar egemenlik hakkımız olduğunu, siyasi eşitliğimizi asla çiğnetmeyeceğimizi, eğer bunlar kabul edilmezse bağımsız bir devlet olarak dünyada yerimizi almak istediğimizi ortaya koymak durumundaydık. Öyle de oldu. Bize göre KKTC ilanı çok haklı bir karardı ve KKTC bugün de bizim en büyük gücümüzdür.

Toplum önemli bir süre bağımsızlık ilanını tartıştı. Mitingler düzenlendi. Partimizde de tabii bu konular konuşuldu. Biz hep sıcak baktık. UBP’yi oluşturan kadrolar bellidir. UBP, Atatürk milliyetçisi bir partidir. Bizim için öncelik kendi milletimizin güvenliği, egemenliğidir. Bir anlaşma olacaksa bunları mutlaka içermelidir. İçermiyorsa biz yokuz. Bizim önceliğimiz kendi devletimizde güven içinde yaşamaktır. Bizim önceliğimiz Anavatan Türkiye ile birlikte yürümektir.

Türkiye, KKTC’nin ilanında destek verdi. Ama kendisi ön plana çıkmak yerine Denktaş Bey’in ön planda görülmesini, Kıbrıs Türk halkının istencinin ortaya çıkmasını tercih etti.

 “TARİHİ BİR GÜNDÜ… OLUMLU OY VERMEK BENİM İÇİN ÇOK BÜYÜK GURURDUR”

Soru: 15 Kasım sabahı Meclis’te neler oldu? Nasıl tanımlarsınız o gün yaşananları?

Tarihi bir gündü. Kıbrıs Türk tarihinin bana göre en önemli günlerinden biri idi. Heyecanlıydık. Çok mutluyduk. Karar duyulduktan sonra okullar, insanlar sel gibi Meclis binasının önüne aktı. Mahşeri bir kalabalık vardı. Milletvekilleri olarak biz de kendi aramızda olanları ve olabilecekleri konuşuyorduk.  Uzun süredir hasta olan özgürlük mücadelemizin lideri Doktor Fazıl Küçük, UBP Genel Başkanlığı, Meclis Başkanlığı, Başbakanlık yapmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti döneminin Savunma Bakanı rahmetli Osman Örek, toplumun pek çok ileri geleni Meclis’te idi. Tek ses, tek kalp cumhuriyetin doğuşunu izlemek muhteşem bir olay idi.  O günü Meclis çatısı altında yaşamak, bağımsızlık ilanına, inanarak, kalpten duygularla imza koymak, KKTC’nin yaşasın ve yüceltilsin diye ilanına olumlu oy vermek benim için çok büyük gururdur.

Soru: Sizin de Üçüncü Cumhurbaşkanı olduğunuz KKTC 35 yaşına geldi.  Ancak sadece TC’nin tanıdığı bir devlet.  Ambargolar var.  KKTC’nin ilan edilmesinin ardından böyle bir durum yaşanmaması için sizce ne yapılmalıydı? Daha farklı bir politika izlenebilir miydi, uluslararası tanınma sağlanabilir miydi?

Türkiye garantör ülke. Türkiye’nin KKTC’yi tanıması çok önemlidir. Bilindiği üzere KKTC’yi Bangladeş ilk günden tanıdı. Pakistan tanıyabileceğini açıkladı ama bizim KKTC ilan edilirken federal çözüme kapıyı kapatmamamız nedeniyle, dünyayı idare eden BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin kendi sorunları nedeniyle KKTC ilanına tepki göstermeleri, Güvenlik Konseyi’nden 541 sayılı kararı çıkarmaları üzerine tanınma konusunda ileri gidemedik. Hâlâ gidemiyoruz. Neden? Çünkü, görüşmeler sürerken tanınma olmaz. Tanınma istemeye kalkışırsanız size, “hele bir Rum tarafı ile görüşmeler sonuçlansın , bakarız” derler.

“BENCE DEFTER KAPATILMALI VE TANINMA İSTENMELİYDİ AMA…”

Bana göre KKTC’nin ilanından sonra bir süre daha görüşmeleri devam ettirmek olmuyorsa da artık defteri kapatmak ve tanınma istemek lazımdı ama olmadı. Bunun başlıca sebebi, Türkiye’ye yönelik tehditler, Türkiye’nin başına açılan işlerdir. Biliyorsunuz 1974’ten hemen sonra Türkiye önce Ermeni terörü ile uğraştırıldı 1983 KKTC ilanından hemen sonra ise bölücü terör Türkiye’nin başına musallat edildi. Zaman zaman Denktaş Bey söylerdi. Ben de katılıyorum; Bizim en büyük destekçimiz, daha doğrusu yegane destekçimiz Anavatan Türkiye’dir. Bugünkü koşullarda Türkiye’nin desteği olmazsa bizim ayakta durmamız çok zordur. Dolayısıyla Türkiye’ye kaldırabileceği kadar yük yüklememiz lazımdır.

“ENGELLER ARASINDA CTP VE TKP’NİN YANLIŞ TUTUMLARI DA VAR”

Bana göre KKTC’nin tanınmasının, dünyadaki yerini almasının önündeki engeller arasında maalesef CTP ve TKP’nin yanlış tutumları da vardır. Onlar, federal çözümden vazgeçilemez dedikçe statükonun sürmesini, Rum’un devlet olarak devam etmesini, bizim de federal çözüm hedefine çakılı kalmamızı isteyenler “sizin içinizde hâlâ Rum tarafı ile birleşme isteyenler var. Onları dikkate almamazlık edemeyiz” diyorlar. Ama bana göre artık yeter. Rum tarafı ile bir anlaşma olacağı yoktur. Artık iki ayrı devlet, kadife ayrılık masada olmalıdır. Sayın Denktaş yıllarca görüştü olmadı. Sayın Talat ve ben görüştük yine olmadı. Sayın Talat ile Sayın Hristofyas iki sosyalist-komünist, barış havarisi partinin lideri olarak görüştüler ama anlaşamadılar. Sayın Talat, “Rumlar ellerinden gelse bizim nefes almamızı engelleyecek” demek zorunda kaldı. KKTC’nin Rum tarafındaki devletten daha yasal olduğunu itiraf etmek durumunda kaldı. Bir yılda Kıbrıs meselesini çözeceğini iddia eden Sayın Akıncı, Crans-Montana görüşmelerinden sonra “bizim neslin federal bir çözüme varamayacağı ortaya çıkmıştır. Rumlar, sadece sıfır asker sıfır garanti istemiyor, bizim siyasi eşitliğimize, yönetime etkin katılımımıza da karşıdır” demek zorunda kaldı. Bakmayınız, kendisi, CTP ve TDP’nin siyasi zeminlerini kaybetmemesi için Gutterres Çerçevesi’ne sarılıp görüşmeleri yeniden başlatmak istemesine, bence o da Rumlarla bir yere varılamayacağını anlamıştır. Haritayı gereksiz yere ve zamansız olarak masaya koydu. Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini tartışmaya açtı. Rum hiç bir şey vermeden bunları cebe attı. Buna rağmen Rum tarafı bir türlü anlaşmaya yanaşmıyor. Asla Rum devletine dönüşen sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni terk ederek bizimle yeni bir ortaklık kurmaya yanaşmıyorlar. Bu büyük kozu ellerinde tutuyorlar. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken yeni bir yol haritası belirlemek ve KKTC’ye dört elle sarılmaktır. Eğer KKTC’nin önü açılırsa belki Rum bir ortaklığa yanaşır. Aksi takdirde böyle devam etmeyi tercih ederler. Biz zarar görürüz, onlar dünyada istedikleri gibi at oynatırlar. Yazıktır, günahtır. Artık hep birlikte buna dur dememiz lazımdır.

Soru: KKTC 35 yaşında bir devlet.  Sizce bu devletin en güçlü yanları nelerdir? Giderilmesi gereken eksiklikleri nelerdir? Ve bu eksiklikleri gidermek için ne yapılmalıdır? Bundan sonrasıyla ilgili öngörünüz ve düşünceleriniz nedir?

KKTC kendisi başlı başına bizim en büyük gücümüzdür. KKTC bizim egemenliğimizin, güvenliğimizi sağlama almaktaki kararlılığımızın, kendi sınırlarımız içinde, kendi kendimizi yönetmek istemimizin ifadesidir.

Yaşım itibarıyla 1950, 1960, 1960, 1970, 1980’li yıllarda halkımız ne durumda idi çok iyi hatırlıyorum, biliyorum. Geldiğimiz noktayı hayal bile edemiyorduk. Evet, mutlaka daha iyi durumda olmalıydık. Daha yüksek kalitede bir yaşantımız, daha yüksek bir gelir seviyemiz olmalıydı ama olmadı. Kıbrıs konusu bizi çok meşgul etti. Bazı partilerimiz her şeyi çözüme endeksledi ve bu da motivasyon bakımından halka da yönetimlere de zarar verdi.

Bardağın boş tarafı da var dolu tarafı da. Sıfır, hatta eksiden, onlarca üniversitesi, onlarca 5-6 yıldızlı oteli olan, sanayi bölgeleri olan bir devlet noktasına geldik. Bana göre, turizm, üniversiteler ve hizmetler sektöründe ilerleyerek daha ileriye gitmemiz mümkündür. Tabii ki yapmamız gereken reformlar var. Kamu reformunu halletmemiz şart. Özel sektörün önü açılmalıdır. Sağlık ve güvenlik konularında daha fazla gecikmeden gereken ne ise yapılmalıdır. Yol, su, elektrik, iletişimdeki alt yapı, üst yapı eksiklikleri artık ortadan kaldırılmalıdır. Benim siyasi hayatımda çok büyük önem verdiğim, ilk kez UBP bildirgesine, hükümet programlarına koyduğum Türkiye’den su getirilmesi projesi artık tam anlamı ile uygulanmalıdır. Türkiye’den gelen su artık tarımsal üretimimize de katkı vermelidir. Tüm sularımızın en etkin şekilde kullanılacağı yapı kurulmalıdır. Türkiye ile elektrikte bağlantılı olmamız kaçınılmazdır.

Ben gelecekten umutluyum. Halkımıza inanıyor, güveniyorum. Ve onlardan tek bir isteğim var: “Bugünlerimiz ve geleceğimiz için KKTC’yi yaşatınız, yüceltiniz.”

TAK – Haber: Özgül Gürkut Mutluyakalı-Fezile A. Öksüz    Fotoğraf: Süleyman Önal

 

Paylaş